22 Aralık 2016 Perşembe

Başlıksız Babaduk Yeniden Bir Aradayız İşte

Bir sürü yazmıyorum, dedim ki yazayim. Neden yazmıyordum onca zamandır? Çünkü fazla insana söylemiştim bu blogumu ve kendimi bir süreliğine çıplak hissettim. Korktum ve yazmaktan kaçtım. Artık yine yalnızız Duygular ve Düşünceler Dükkanı. Bir aralar 'sizler' gibi hitaplarla yazardım da kimsenin okumadığını, daha doğrusu artık okumayacağını biliyorum. Bu yüzden kendime sesleneceğim. Böylesi daha iyi be. Böyle hep daha mutluydum. Millet bilse nolcak nasıl olsa kendimi düzgün ifade edemiyorum, tanıtamıyorum neticesinde.

Şimdi asıl muhabbet gelsin. Şöyle bir şey oldu sayın blog. Okuldaki bazı insanlara ve bazı hocalara senden bahsetmiş olabilirim. Yani senden 'biriki' insandan fazla insanın haberi var ama merak etme çoktan seni unutmuşlardır. Üzülme, hep unuturuz biz sana özel bir şey değil. Bu aşırı "popülerliğimin" şan ve şöhreti beni korkuttu. Adeta satış rekorları kıran rock grupları gibi şımarmaya başlamıştım. Yaklaşık 5-6 kişi takip ediyordu yazdıklarımı ve bu beni korkutmuştu. En son girdiğimde blog un tıklanma muhabbeti bayağı bir olmuştu 2000 lerde şu an kaç bilimiyorum, bakmadım. Ama hiç anlam veremedim çünkü açıkçası anlam verilebilecek herhangi bir şey yok burada, kusura bakma. Ama şöyle bir teorim var bu sitede kullanıcılar sanırım blogları geçe geçe dolaşabiliyorlar. 'Sıradaki' türkçesi Next diyerek tıklatabiliyorlar. Ben bu şekilde o kadar tıklatıldığını düşünüyorum, teşekkürler.

O paragraf fazla uzun oldu buna geçeyim dedim. Okuldaki hocalardan biri öğrendi sayfayı ve okulun dergisine mi ne koyacağını söyledi yazılarımdan birini. Açıkçası bu beni pek etkilemedi çünkü o dergiyi kimse okumaz. Okusa bile sayfalardaki fotoğraf veyahut resimlere bakıp çöpe atıyorlar. Bari kağıt çöpüne atın yahu. Sonra ne oldu bilmiyorum. Bunu anneme söyleyince blogumdaki "Herkesin Ortak Olan Tek Zaafı" isimli yazım aklına geldi onun. Bildiğin üzere biraz erotikleşip çirkinleşmiştim o yazıda ama niyeyse her zaman gurur duydum onla. Dedi işte o yazını görseler nolur fikirleri değişir sil onu gibisinden. Silmedim, inadına silmeyeceğim, silerlerse yaz.. yazamam bir daha ama kalbimde kalır yani.

*Özlemişim be yazmayı. Yazdıkça rahatlamaya başladım, birikmişim yine. Derin bir nefes molası...

**Arkada da radiohead dinliyorum her zamanki gibi. Klişe miyim bir türlü karar veremedim bu konuda.

Öncelerinde yazdığım yazıları biraz da insanlar daha kolay anlasın diye basitleştiriyordum. Şiirleri değil kesinlikle ama düz yazıları yapıyordum biraz. Bundan sonra öyle bir şey yok çünkü kim bulacak bu kadar uzun isimli bir siteyi. Eğer olur da şans eseri bulunursa umarım anlarsın çünkü anlamadıysan pek de umurum değil. Biraz böyle bi iç dökmeye ihtiyacım sanırım ve en iyisini burada gerçekleştirdiğimi açıkça söyleyebilirim. Şiirler ve yazılar konusunda az da olsa değişmişimdir diye düşünüyorum çünkü nedeni: zaman. Ne diyeyim karma police tutukla bu kızı sonra siktir git.

Pek mutlu muyum? Mutluyum aslında. Hem de pek mutluyum. Bu sayfayı ilk açtığımda hatırlıyorum da baya kötü bir psikolojideydim ya. O yüzden bu sayfanın yeri her zaman çok değerli olcak. Yazmayacam dedim bir daha. Ama şu an öyle yapmıyorum, pişmanlık duygusu? yok.

Ya bu başlığı burada sonlandırayım çünkü fazla oldum başka bir başlıkla yeniden görüşmek üzere can dostum, en yakın arkadaşım, görüşürüz.

**He bi de bundan sonra rönesan, barok baba.





5 Mayıs 2016 Perşembe

Kıskançlık Git Diye

Ayağıma yapıştın,
Taze sıcak zift gibi.
Bir kurtulamadım senden,
senin yarattığın öfkelerinden.
Bir korkmamalarına inandıramadım karabasanlarımı gölgelerimden..
Bi' susayamadım su içtikçe.
Bir türlü durduramadım kendimi karşı geldikçe, uykusuz kaldığım onca gece...

Ve yine,
sen yapıştın ayağıma,
ve kollarıma.
İğrenmeden kazıdım her noktamı,
pes edersin de gidersin diye,
kayıplara karışıp da git diye.

Şimdi de senin varlığından rahatsız oldum,
"Rahatsız oldum" senin varlığından..

12 Mart 2016 Cumartesi

Kollarında Yıldızlarım

Kollarımdayken anladım,
Birine sahip olabilmeyi,
Birinin yıldızlarında asılıp kalabilmeyi,
Başka bir gezegene uyum sağlayabilmeyi.

Kollarımdayken anladık,
Nefesimizin ısısını,
Kelimelerimizin boşluktaki yetersizliğini,
Birini özleyince nasıl da değerinin arttığını.

Ve kollarındayken hatırladım,
Dünyada kapladığım alanı,
Ne kadar da önemsiz olduğumu,
Ne kadar değerli olduğunu..


6 Mart 2016 Pazar

Keşke zaman dursa, tam şuan saatler 00.29'da..

-Keşke zaman dursa.
-Keşke.
-Yani tam şu an, saatler 00.29'da. Çakılı kalsa.. 18 sene kadar. Hava hep böyle kapkaranlık olsa, ne olurdu?
-İçim içimi kemirmekten ölürdüm herhalde. Nasıl yaparım 18 sene sensiz, çıldırdın mı sen? 
-18 sene diyorum.
-Sana dokunmadan...
-1 hafta içinde elbet bir çözüm bulunurdu.
(erkek gülümser)
-Bilmiyorum ekstra ışıklandırmalar olurdu sonra..
-(erkek yine gülümser) Sonra?
-Aniden tüm dünya ormanlarla dolmaya başlasa. Devasa ağaçlar. Kimse gitmese korksa. Sonra bir gün bir tane salak...
-Merhaba.
-Merakına yenik düşüp gitse. Ennn derinlerine kadar ormanın. Aralıksız yürüse bitene kadar. Sonunda da ışık bulsa.
-Sonra?
-Ama kimseye söylemese. Herkes ölse.. Açlıktan. Savaşlardan. Herkesss. Sadece o salak kalsa. Ormanda takılsa. Yine bir gün karşısına bir çiçek çıksa -Ama aydınlık tek yer Orman- o salak başında günlerce otursa. Zaman yok nasılsa. Farkında değil hiçbir şeyin. Sonra bunalsa oturmaktan beklemekten. Sıkılıp ormanı dolaşmaya başlasa. Sonuçta sadece o kaldı, ne zaman öleceği belirsiz. Bir yandan da korkuyor, "Öldükten sonra bana ne olacak.." diyor. Kendi kendine korkunç şeyler düşünüyor. Yok allah bilmem ne düşüncelere dalmış giderken bir ağaca çarpıyor ve alnı kanamaya başlıyor. Kanama damlaları yavaşça teninden toprağa karışıyor...
Niye uyumuyorsun! Yarım saattir saçmalıyorum! Niye "Ne diyorsun aq kızı bir sus!" demiyorsun?!
-Saçmalamaıyorsun. Sana saçmalamak gibi geliyorsa, o zaman sabaha kadar 'saçmalayabilirsin'. Ben de seni sabaha kadar dinlerim, sıkılmadan, bunalmadan. Ne güzel bizi bir diyara sürekledin, kendine masalsı bir gezegen ürettin, devam et. Dinliyorum
-Sen kaşındın..
Adamın kanıyla tüm orman birleşiyor ama adam farkında değil. Kalkıyor, şehre iniyor. Bomboş sokaklarda dolaşıyor. Ama canı sıkılmıyor, hiç hemde çünkü onun için hayat böyleymiş, hiç arkadaşı yokmuş, yapayalnızmış. Senelerdir kimseyle tek kelime etmediği için konuşmayı bile unutmuş. O yüzden hep kendince simgeler oluşturmuş. Şehirden ormana dönmüş. Güneşin ısısını aniden tüm vücudunda hissetmiş.. ve ürkmüş. Senelerdir ilk defa ürkmüş. Toprakta bir farklılık olduğunu sezmiş, kokusunu almış. Buradaki ışığın yok olmasından korkmuş. Güneşe doğru koşmaya başlamış ormanın içinde. Ama nereye koşarsa koşsun orman onu engelliyormuş sanki bir şekilde. Adam telaşa kapılmış, yorulmuş ve oturup "Ne olacaksa olsun." demiş. Hayatı boyunca sürekli bir şeylerden kaçmaktan yorulmuş. Önüne baktığında geçen gün ortaya çıkan çiçeği görmüş. Ama bu defa bir farklılık varmış. Çiçek bir kavanoz dolusu su içinde bir cenine benziyormuş. Adam neredeyse kafayı yiyecek hale gelmiş. Sessizlikten kendi kanının damarlarında dolaşmasını dahi duyabiliyormuş. Çiçeğin başında dikilmiş. Çiçekte hareketlenmeler olmuş. Çiçeğin içinden bir şey sıyrılıp çıkmış. Şeffaf saydam.. Kelebeğin kozadan çıkış anı gibiymiş. O şeffaf saydam şey aniden ormanda hızlıca koşmaya başlamış. Her tur atıp geldiğinde daha da şekillenip büyüyormuş. Adam korkmuş ama her şey o kadar hızlı oluyormuş ki tepki vermesine fırsat yokmuş. Sonunda o saydam şey durmuş. İnsanlara benziyormuş ama yüzü bir ceylan yüzüymüş. Adam onunla nasıl iletişime geçebileceğini bilmiyormuş, elini uzatmış. Saydam, onu uzun uzun incelemiş. Sonra parmak uçlarına dokunmuş. Kendini adama aktarmış. Adam onu damarlarında görebiliyormuş, içinde hisseebiliyormuş. Korkmuş, ama artık konuşabildiğini farkettiği için korkmuş. Ağzından anlamını bilemediği kelimeler dökülmeye başlamış ve konuşması durunca göğüs kafesinden kanlar akmaya başlamış. Kanlar yine akmış, akmış.. Ama bu sefer havaya karışmış. Kanların her bir damlası birer kelebek olmuş. Adamın o zamana kadar karşılaştığı tek canlı o kelebekler olmuş. Adama bin yıl gibi gelen kelebekler yine ortaya çıkmış ama bu sefer bir şey taşıyorlarmış. Taşıdıkları şey başka bir insanmış. Başka bir galaksidenmiş. Telepatik olarak anında adamla anlaşmaya, konuşmaya başlamışlar. Dünyadaki kalan yiyecekler de bitene kadar birlikte olmuşlar. Her şeyi yapmışlar ama asla yaşlanmamışlar çünkü tek bir saniye bile geçmemiş aslında. Tam ikisi de açlıktan ölmemek için, o rezil hale geldiklerini görmemek için harakiri yapacaklarmış ki saatler 00:30 olmuş. Ve yavaş yavaş dünya onların düzenine uymuş. Ağaçlar meyve dolmuş. Güneş her yere yayılmış. Koca koca binalar yok olmuş.
(birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra)
...ama bitti yani.(kız güler) Bitiş cümlesi arıyorum ama o kadar uykum geldi ki.
-(erkek yardım etmek ister ve çabalar) Adamın o kadar her yeri kanadı ya.. Fakat zaman durmuştu o yüzden bir şey olmadı.. Olanların üstüne zaman geri devam etmeye başlayınca adamın bünyesi çökmüş ve ölmüş işte. Fekat güneşi kaybolduğu karanlıktan geri çıkararak çok büyük bir iyilik yapmış.. ve mükafat olarak da o kadınla geçireceği sonsuz zamanlar kazanmış. Zaman geri başlayınca.
-(kız araya girmiş) hadi siktir git yeter yettin bittin demişler.
-(erkek gülümsemiş ve devam etmiş) Adamın kanları yeryüzüne düşmüş ve birlikte olduğu kadın da toz olup havaya karışmış.. (kan damlaları havaya karışmıştı, kadının ayakları da yeryüzüne basıyordu.. yer değiştirmiş olaylar yani..) ve o sahneyle bitmiş kıymetlimisin masalı. Kan damlaları yere düşerken tozun yükselmesi.
-Evet, oraya bayıldım..

**Bu blogda ilk defa benim dışımda başka bir gezegenin ürününü paylaşıyorum. Belki değer verdiğimden, belki hikayesi çok hoşuma gittiğinden ya da belki de kıymetli olduğundan.. Bilemeyiz.
Doğum günün kutlu olsun kurtarıcı meleğim, iyiki varsın, iyiki tanışmışı ve hayatımdasın. Nice beraber mutlu, sağlıklı, müzikli, sanatlı.. kısaca bizli senelere. Sadece İkimiz..**


18 Şubat 2016 Perşembe

Knives Out


Bazenler Çoğalır Bazen

Bazen kaçtığımı düşünüyorum. Bedenim burada ama ben kaçıyorum. Ruhum onla ama uzaklaşıyorum, ona yakınlaşıyorum. Söğüt ağacının dalından bir parça koparıyor, havaya fırlatıp ona tutunmaya çalışıyorum. Bazen kaçıyorum, bazen de kaçtığım oluyor. Bazen farkında oluyorum bazen olamadan yok oluyorum. Bazen yok oluyorum, bazen kayboluyorum. Kaybolurken aranıyorum, kaybolduğumda bulunamıyorum. Kaybolduktan sonra kovalanıyorum. Koşuyorum, kaçıyorum gölgelerden.. Yorulduğumu hissetmiyorum bazen, bazen de kaçmam gereken yerde o kadar yoruluyorum ki ayaklarımı kıpırdatamıyorum. Bazenler hiçbir şey aslında.. Bazenler sadece çoğalır bazen..

Yoruyordum kafamı. Çok. Evet, çok diyebilirim. İyi bir şey mi? Bakış açısına göre değişir derim. Kötü bir şey nasıl olabilir ki? dersen de kafanın yorulmasından ve bulanmasından başka bir kötülüğü yok. Evet, artık çok daha rahat ve özgür hissediyorum belki de. Kalbimin yalnız olmadığını hissediyorum uzun bir süreden sonra ve bu yüzden özgürce düşünebiliyor, düşünüp de mutsuz olduğumda onunla konuşup tamamen rahatlayabiliyorum. Peki bu iyi bir şey mi? ... Yok yok seni bu kadar da ikilemde bırakmayacağım okuyucu, tabi ki de iyi bir şey. Özgürsün düşünsene.. Düşünüyorsun özgürce... ... ... ... ...

"Ee ben zaten özgürce düşünüyorum?".. Şimdi bu saçmalığı bir kenara koyalım çünkü yalan söyleyip birbirimizi kandırma numaralarına girme telaşına hiç gerek yok, başbaşayız, senle ben.. Özgürce düşündüğümüzü söyleyip de buna inanmamızı ikimizden de bekleyemem. Fakat, "artık daha rahat düşünüyorum, daha az dertli daha az tasalı" lafı gediğe oturacak bir lafmış gibi geliyor. ,

Biz özgür bir ülkede yaşıyoruz. Özgür insanlarla konuşuyor, özgür insanların yaptığı yemekleri yiyor, özgür insanlarla nefes alıyor, özgür insanlarla sevişiyor, özgür insanlarla bakışıyor, özgür insanlarla tartışıyor, özgür insanlarla savaşıyor, özgür özgür özgür özgür özgür....... ... . . . . .  . .  ....
Özgür.. Özgürlük.. Öz gürlük demek.. Öz. Gürlük. Düşünmek ve Öz gürlüğünle düşünmek. Düşünmek ve taşınmak. Taşıyacaksın beynini çok kilitli kaldıysan. Öbür türlü ne anlamı var yerinde saymanın, o halde ne anlamı var düşünmenin..

Biz özgür bir ülkede yaşıyoruz abicim. Herkesin de bunu açıkça kabul edebileceğini biliyorum (!)
Bazen yalan söyler, gözlere bakarsın, bazen doğruyu söyler, göğüslerine bakarsın. Bazen nefret eder, onla konuşursun, bazen gerçekten onu sever, arkasından konuşursun. Bazen öldürür ve gömersin, bazen de öldüremez ve iyice kin beslersin. Bazen beslenir acıkırsın, bazen aç kalırsın ama onlar ağzına bir şey soktukça sen çıkarırsın. Bazen bağırırsın, duyulmazsın, bazen fısıldarsın duyulmadan saniyeler yaşayamazsın. Bazen düşünür taşınırsın, bazense siktir olup gidersin. Bazen.. Bazen.. Bazen, bazenler çoğalır bazen.


13 Şubat 2016 Cumartesi

Ağaç Ejderi ve Flütlü Prenses

Asırlar ve diyarlar önce. Farklılıklar yaşanmadan, herkes mutluluğun mutlu olmaktan varolduğunu düşündüğü zamanlardan... İnsanlar ve doğaüstü yaratıklar biraradayken ve doğa da onları yönetirken..
İşte o zamanlarda Doğa dişi bir insan hayata getirmiş. O zamana kadar bütün insanlar erkekmiş. Çalışırlar ve doğayı memnun etmek için ellerinden geleni yaparlarmış. Doğa da hep onları ödüllendirirmiş. Ve işte o gün, bir prenses aralarına katılmış. Herkes çok şaşkın ve suskunmuş. Prensesin beden hatları hiçbir canlıda yokmuş. Bedeninin üst kısmında gözlere benzeyen iki tane yuvarlak şekil ve bedenin alt kısmında herhangi bir uzantısı yokmuş. Doğa halkı o uzantıyı dallara benzetirmiş ve ihtiyaçları geldiğinde sıvı çıkarmak dışında başka bir işe yaramazmış.
Prenses, gezegenin en büyülü ağacının tepesinde dünyaya gelmiş. Prenses bir süredir oradaymış fakat hala gözleri açılmamış. Doğa, kendi halkını onu beslemek uğruna yetiştirmeye başlamış. Artık erkekler, prensesi korumak ve onu beslemek için ellerinden geleni yapıyormuş. Ve prenses gözlerini açtığında baktığı ilk kişi bu doğanın ödüllendirdiği prens olacakmış. Tahmin edilemez, elle avuca sığamaz zamanlar boyunca prenses beslenilmiş ve olgunlaştırılmış. Asırlar, masallar, destanlar ve daha önceden hiç görülmemiş ve yaşanmamış mevsimler geçmiş üzerlerinden.
Ve aniden bir gün simsiyah atıyla yağmur bulutuna benzeyen bir şekil belirmiş. Bu diyarda onun gibisi yokmuş. Bazıları büyülenmiş ve onun izinden gitmiş.
Tekrar asırlar geçmiş ve siyah atlı geri dönmüş, bu sefer Doğa'dan ruhlarını çaldığı erkeklerle. Doğa'nın düzenini ve huzurunu bozmuş. Yaktırmış, yıktırmış. Karmaşa ve tehlike eline almış kontrolü.
Doğa, bunların üstüne ormanı küçültmüş, sıkıştırmış ve gezegenin sadece bir tarafına yerleştirmiş. Gezegenin diğer taraflarında ise su, düzlük ve yükseltiler kalmış. Siyah atlı ve ruhları çalınmış erkek ordusu buna çok sinirlenmiş ve tekrar saldırı için hazırlanmış. Doğa da kendi erkeklerini hazırlamış ve ortaya bir duvar örmüş, kimsenin geçemeyeceği. Gezegen artık ikiye bölünmüş.
Bu sıralarda Doğa, siyah atlı ve geriye kalan erkekler çok meşgul olduğu için prensesi biraz ihmal etmişler ve bir de ne olsun prenses gözlerini açmış. Açtığında etrafında kimse yokmuş. Yalnızmış. Uzandığı ağacın dallarının birinde parlayan gümüşten ince ve uzun bir cisim bulmuş. birden fazla deliği varmış ve tepesindeki deliğe üfleyince bütün gezegeni ayağa kaldıran bir ses çıkmış. Herkes uyanmış. Asırlardır uyuyan kötü ruhlar ve iyi ruhlar bile. Ve prenses uzandığı yerden kalkıp ormanın derinliklerine dalmış. 
O sırada duvarın yakınlarında olan erkekler duydukları sesle irkilerek prensesin yanına koşmaya başlamış. Doğa ise sadece gözlemlemeye çekilmiş. Erkekler prensesi yerinde göremeyince ormana dağılmış. Herkes ilk göreceği ve aşık olacağı kişinin kendisi olmasını istiyormuş. Bencillik ve rekabet hırsı bütün gezegene yayılmış ve öğrenilmeye başlanmış. Gün geçtikçe ve prenses bulunamadıkça erkekler iyice kötü kalpli ve birbirilerinin zayıf noktalarını fırsat bilir olmuş. Gezegen her geçen gün umutsuzluktan ve kötülükten kirlenmiş ve kirlenmiş. Doğa da artık uğraşamayacağı bir hale geldiğini düşünerek kendini uzay boşluğuna iterek bu diyarlardan kurtarmış kendisini. Doğa bile böylesine bir bencillik yapınca insanlar iyice çizgiden çıkmışlar. Savaşlar, anlaşmazlıklar ve kavgalar hep sürüyormuş.
Günlerden bir gün uzun kulaklı bir tavşan sincabı prensesin kokusunu almış. Prenses her zamanki gibi Doğa'nın yeşilliğinin vanilyayla karışımı gibi kokuyormuş. Otların ardından uzanıp bakınca ise prensesi ağaçtan bir ejderhanın kafasında uzanırken bulmuş. Prenses, uyuklarken bile flütünü bırakmamış ve flüt de hala ilk günki gibi gözüküyormuş. Fakat uzun bir süredir kullanılmamış. Zaten kullanılsa prensesin yeri çoktan bulunurmuş. Tavşan sincabı zıplaya zıplaya erkeklere gitmiş. Erkekler bir kan gölü içerisinde birbirileriyle boğuşuyorlarmış ve tavşan sincabı gelip bir ses çıkarınca hepsi susmuş ve ona bakmış. Tavşan sincabı konuşup prensesin yerini duyurmuş ve bütün erkekler işssizliklerini bir kenara bırakıp oraya doğru yönelmiş. Oraya vardıklarında prensesin uyandığını ve bir ağaç ejderiyle göz göze geldiğini görmüşler. Birkaçı hemen müdahale etmeye çalışıp ejderhaya doğru koşsalar da yeryüzü onları yeraltının derinliklerine çekmiş. 
Uzun bir süreden sonra prenses flütü ağzına götürmüş ve üflemiş. Müthiş bir melodi yayılmış. Gezegenler boyu duyulmuş, bütün canlıların uykusu gezegeni bastırmıl ve hepsi uykuya dalmış. Gezegenler boyu duyulan bu sesin varlığından haberdar olup Doğa, eski gezegenine geri gitmiş ve ejderle prensesin oluşturduğu bu sihri gözlemlemiş ve onları da kendine katarak bu gezegende kalmaya karar vermiş. Erkekler uykularındayken artık daha da büyülü olan Doğa, aynı sayıda dişi hayata getirmiş ve erkeklerin kollarının altına koymuş. 
Bütün insanlar uzun bir uyku çektikten sonra bir dişi bir erkek olarak birbirilerini görünce çok şaşırmış ve birbirilerini tanımak çok hoşlarına gitmiş. Bundan sonra hayat tek taraflı değil, iki taraflıymış. Ve kimse o zamana kadar ne yaşandığını hatırlayamamış. Dişilerin varlığından sonra bir daha da hiçbir zaman dişilerden önceki gibi bir kötülük oluşturulamamış. Gezegen artık daha uysalmış.











Sivri Dağ ve 4 Köy

4 tane köy varmış. S, R, E ve D köyü.
D köyünün 'D' harfi martıya benzermiş. Olabilir mi? Neden olmasın.
E köyünün ise yaşlanmayan tabutları özelmiş.
R köyü ufak tefek insanlardan oluşur ve fütursuz cadılar tarafından şarkılarla büyülenirmiş.
S köyünde ise sinirli mi sinirli ve balık tutmayı seven insanlar günün her saatinde elma yiyebilirmiş.
Ve bu dört köy, sivri tepesi olan, devasa ve yüce görünüşlü bir dağın etrafına yerleşmiş. Herhangi bir köy bir diğer köyün farkında değilmiş. Birbirilerini bilmez ve keşfetmeyi de sevmezlermiş. Keşfetseler de uçsuz bucaksız platoda gidecek bir yer göremezlermiş. Yeni diyarlar arama çabaları çoktan kafalardan silinmiş.
Neyse, bu dört köyde bir sene içinde her mevsimde bayram havasında festivaller düzenlenirmiş. Festivallerin asıl amacı dağın tepesine tırmanmakmış. Özel 'tırmanıcılar'ımız bütün sene boyunca yemeden içmeden çalışır ve zirveye tırmanmayı denermiş. Fakat tahmin edebileceğiniz gibi uzuuun bir süredir kimse başarıyı elde edememiş. Peki neden zirveye ulaşabilmek? Ne yapacaklar ki sivri bir zirvede? Meğersek, o zirveye tırmanıp da sivri tepenin üstünde parmak ucunda durabilen o şahıs, bütün bir gezegeni baştan sona kadar görebilecekmiş. Böylece o şahıs, kendi köyünün dışında başkaları da var mı diye öğrenebilecekmiş.
Meğersek insanlar, dört bir köyden gelen insanlar, o sivri tepeye ulaşabilseler, etrafındakileri görebilecekmiş, gözlemleyip yaşadıkları gezegende gerçekten neler olup bittiğinin farkında olabileceklermiş. Önemli olan sadece tırmanmak değil, tırmanıp zirvede parmak ucunda durabilmekmiş. Farkına varmayı öğrenebilmekmiş..


3 Şubat 2016 Çarşamba

İşte O Zaman Su Gibi Akar Yazılar

Katırtırnaklarının boyundurluğu altında yetişen birkaç papatya, isyan etmeyi öğrenemeyebilir..

İki çift süslü lafın arasına iletmek istediği mesajı sıkıştıran kötü kalpli hemcins, istemsizce hazımsızlık çekebilir..

Kurbağlarla dansı timsahlardan öğrenen hipopotam, çekirgelerin sıçramasından tiksinebilir..


Ve parmaklarının üç tanesi çekinirken diğer ikisi hevesle kalemini eline almayı sağlayabilir..

İşte o zamanlarda su gibi akar yazılar..


21 Ocak 2016 Perşembe

Elli Asırlık İkinci Buluşma

Bu ikinci buluşmamız değil sevgilim,
Ya da ben öyle düşünmüyorum,
düşünmek istemiyorum işte..

Seni elli asırdır tanıyor olmak istiyorum,
Sana elli asırdır aşık olmuş olmak ve bunu sana inandırmak..
Sevişmek için çabalamıyorum, gerçekten söylüyorum..

Ellerinde tuttuğun kelebekler ve avcunun içinde özenle koparıp sakladığın kanatlarıyla kurşun askerlere açtığın savaşta senin tarafında savaşmak istiyorum.. 
Senin için savaşmak, gerekirse senin için barıştan vazgeçmek..
Tek saç telin uğruna seni üzenleri kendi kanlarından oluşan o gölette boğmak..

Bu kadar vahşi olabilir mi düşüncelerim gerçekten?
Bence de olamaz.. -dı(!)



Little 15


Kemiklerimde Duyguların

Her yerden kokunu alıyorum artık, dişlerini hissediyorum dudaklarımda, ısırık izlerin var boynumda..
Kelepçelendiğimi hissediyorum iki nefesinin arasında..

Kemiklerimde duyguların.. hissediyorum.. sen hep varsın yanımda..

Ben, daha saf ve temiz olan kalbine dokunabilme şansına sahibim,
Sen, duygularımın bu kadar derinine inebilen tek varlıksın..

Bir meleksin, kim ne derse desin,
Kim nerden üflerse üflesin,
Kim nasıl çağırırsa çağırsın,
Ben buradayım,
Yüce ağacımızın altında, ellerimde bana emanet ettiğin kanatlarınla ve beraberken ısınan avuçlarımızla..


17 Ocak 2016 Pazar

Bir kağıt parçası mıdır, yeşile bürünen?

Biz,
etten mi üretildik..
Biz, 
olanlardan türetildik..
Ve biz, sadece biz
mi ölmek istemiştik..

Yorulduk mu şikayetçi olmaktan,
Vaz mı geçtik sorgulamaya çalışmaktan..
Pay mı biçtik hissettirdiklerimize,
Kar mı ettik yanımıza kalanlardan..

Az mı geldi,
üstümüzdeki kıyafetlerimiz..
Çok değil miydi,
elde ettiklerimiz..
Dahası istenmeli miydi,
kırılmalı mıydı,
gücenmeli miydi,
sorulmalı mıydı,
onların malı mıydık,
bizler miydik yönettikleri..

Sormadığımız
ve 
Düşünmediğimiz..

Sorgulamadığımız
ve
Farkına varamadıklarımız,
Farkında olamadıklarımız..

Sadece bir kağıt parçasıdır o yeşile bürünen,
Kollarımda görünen onca yük 
ve yerlerde sürünen onca hece..

Peki onlara göre?
Bir kağıt parçası mıdır,
zihinlere yerleşmiş,
bizleri yöneten..
Yoksa o kağıt parçasının arkasında saklananlar mıdır bunları bana söyleten..

Asıl..
Sana göre bit kağıt parçası mıdır, yeşile bürünen?


7 Ocak 2016 Perşembe

Sinek Vızıltısı

Sinek vızıltısıyla başladı tüm olaylar
Herkesin diline düştü tüm yalanlar
Kırmızı Değirmen'de ağlamış kadınlar

Kadehimde kalan onca insanın dudak izi
Seyrine dalmışım, sayıklamışım ruhların vahşetini

[HA!HA!]

kötü öl, beni bul sonra tükür yüzüme
Seyrini dur, keyfini çek, yalanların bitmez sen istemedikçe
SEN istemedikçe..

kara kara delikler
kumbaradaki heceler
seslerdeki kelimeler
kelimelerdeki anlamı var ya işte..

Anlamam ben öyle
söyle yüzüme
Arkamdan konuşma beni bul tükür yüzüme
seyrini dur, keyfini çek, yalanların bitmez istemedikçe
sen istemedikçe..



3 Ocak 2016 Pazar

İstiyorum Bizi

Her şeyimi öğrenmeni istiyorum,
Her şeyimi bilip ona rağmen beni sevmeni..

Kaybettiklerimi, sakladıklarımı bulup, kendi istediğin yere saklamanı istiyorum..
Sakla, bir tek sen bil yerini, sana o kadar güvenmek istiyorum..
İstiyorum seni, bedenini, gözlerini, 'burnunu', kokunu, saçlarının her şeklini..
Birbirimize bakacağımız her dakikayı, her saniyeyi..
İstiyorum.

İstemiyorum görmezden gelmeni,
istemiyorum benden sıkılmanı,
istemiyorum beni unutmanı,
istemiyorum sensiz sessiz kalmayı..
Sadece istiyorum beraber geçirdiğimiz her dakikayı 'ruhumuza' kazımayı..


Herkesin Ortak Olan Tek Zaafı [+16]


Biri gitmiş okul denilen güzel bir şey bulmuş..
Diğeri gitmiş sınav denilen o iğrenç şeyi bulmuş ve insanları sınamak uğruna okuldan soğutmuş..
Ve bütün sırları bu peşinden merakla koştukları, arzuladıkları ve tek istedikleri şey olan SEKS yüzünden olmuş. Çünkü insanları SEKS ten uzaklaştırmış ve sadece onlar yapmak istemişler böylece daha değerli ve ulaşılmaz olacaklarmış, ta ki bir gün seks keşfedilene kadar.. Nasıl keşfedilmesin zaten..

Ve bütün bu saçmalık daniskası ürünler bu kafaların altından üremiş. Nasıl üremiş? Sevişmişler.
Bir kafa gelmiş ve demiş ki "ben güzel bir fikir buldum, insanları eğiteceğim.. ve herkesin bilgili, eğitimli ve sulanmış beyinli olmasını sağlayacağım.. Onlara yemeklerden sonra dişlerini fırçalamaları için fosfor vereceğim, olduklarından daha aptal olsunlar ki bir daha bizlere karşı çıkamasınlar, onlara iyi davranıyormuşum gibi yapacağım çünkü hemen kanıyorlar, onlara sanki bir aileymişiz de çok güzel 'eğitimleşeceğiz' diye yaklaşacağım.. Ve birkaç senenin sonunda hepsi beyinlerini siktiğim birer robotlara dönecek, nasıl fikir?" Ve biraz düşündükten sonra adını 'Okul' koymuş.

Diğer kafa ucunu ileri geri oynatmış ve sertleşene kadar buna devam etmiş.. E sertleşince de gaza gelmiş efendi, demiş ki "Benim de bunların üstüne müthiş çatallı fikrim var. Öğrenciler adeta yemek yerlerken farkında olmadan çatallarını kendi götlerine sokacaklar ve seslerini bile çıkarmayacaklar.. Olay şu, bu çocuklar bu okula sisteme uyup sikilmeye gelmeyecekler mi? Biz de bunu neden biraz daha sertleştirmeyelim? Mesela onları sınayalım ki 'Okul' dediğin bu şeye sanki yeterince gelmiyorlarmış gibi bir de kendi özel hayatlarına müdahale edelim.. Napalım mesela.. Görevler verelim o gün aldığı eğitimle ilgili görevler.. yapmazlarsa uyarı ve ceza verelim.. Odamızda onlar erotizm ve cinsellikten birer parça verelim. Sonra her iki üç ayda bir bunlara bir sınama yapalım.. O zamana kadar gördükleri bütün her şeyden sorumlu olsunlar ve bırak başlarını kaldırmayı yerinde durduramadıkları o çüklerini hiç durduramasınlar bu onların psikolojilerine yansısın, ne yapacaklarını şaşırsınlar ve gelip bizlere danışsınlar.. Bu sınama olayına da 'Sınav' deriz.. Nasıl fikir? İyi sikeriz dimi kafaları?"
Diğer kafa ıslak bir başla "EVEEEET, O KADAR GÜZEL KONUŞTUN Kİ AĞZINDAN ADETA BAL DAMLIYOR, HEY AĞZINI ÖPEYİM BE!" der. Ve bunun ardından kafalar öpüşmeye ve hatta bulundukları yerde bir anda soyunmaya başlarken diğer kafalara yakalanırlar..
Diğer kafaların tükürük saldırısına uğramışlardır ve kaçmaya çalışırlar fakat her yerleri ıslak ve yapış yapış olmuştur. Kaçamıyorlardır ve ağızlarının sonuna kadar tükürükle dolarlar. Fakat diğerleri gelmeden çoktan işe koyulmuşlardır ve tükürükler kuruyunca onlar bir heykel gibi o pozisyonda çırılçıplak bir şekilde kalmıştır. Hiçbir şeyin farkında olmayan ve hayatlarında böyle bir yaklaşımı gören diğerleri şaşırırlar ve merak edip onlar da denerler.. O kadar yüce bir şeymiş gibi gelir ki onlara bundan sonra her şeyi onun uğruna yaparlar. SEKS uğruna yani.. Belki de başından biri bilselerdi ve yapsalardı.. Bu minnet onlardan uzak tutulmasaydı hiçbir şey bu kadar absürt olamayacaktı.. İnsanlar kötülükle ve seks in verdiği şehvet ve yetersizlikle kötü bireylere dönüşmüş ve kendilerini kaybetmişlerdi. Artık ne olduğunu bile bilmeden birbirileriyle başka somut şeylerle sevişiyormuş gibi sevişiyorlardı. Çok ilerde 'para diye bir şey buldular ve ondan sonra hep parayla seviştiler. Tabii ki aralarında hala iyilik uğruna sevişen vardı fakat dünya iğrenç bir hal almıştı ki onların iyiliklerini örtüyordu. Herkesin tek ortak bir zaafı vardı o da SEKS idi..

Baba: "Nasıldı oğlum, beğendin mi hikayeyi?"
Çocuk: "Biraz garip bir hikayeydi baba, tam anlayamadım.."
Baba: "Neresini anlayamadın güzel oğlum?"
Çocuk: "Aradaki 's' ile başlayan kelimelerin anlamlarını ve insanların diğer insanları neden bu kadar yönetmek istemesini anlayamadım babam. Haydi onlar yönetmek istiyor diğer insanlar neden izin veriyor? Ve ayrıca o tükürükler neydi orayı hiç anlayamadım..?"
Baba: "Aferin oğlum seni yetiştirdiğim gibi anlaman gereken bir biçimde anladın seninle gurur duyuyorum fakat zamanla umarım anlayacağın gibi diğerlerinden biraz daha zeki insanlar, tanrı dedikleri soyut varlıklar oluştururlar ve onlara taptıklarını belirtip diğer insanları da o yöne iteklerler ki böylece onları bir çatı altında daha kolay yönetebilsinler, daha kolay beyinlerini yıkayabilsinler.. İnsanlar zayıf varlıklardır ve saflardır oğlum. Kolayı sevdiğimiz için sorgulamadan en kolay gelene koşarız. Bize bu dünyaya geldiğimizden beri önümüze sunulanları sorgulamadan yaşarız. Başka bir yaşam tarzı düşünemeyiz herkes aslında aynıdır sadece görüntüleri farklıdır. Ve aptal olan bizler kolaya kaçtığımız için denilen her şeyi yaparız, seninle ben de öyleyiz. Asıl yüce ve tek korkmamız gerekenin Doğa olduğunu unuturuz. Hep var olamayan ve hiçbir şekilde kanıtlayamayacağımız varlıklar oluşturur ve bunlara inanmayı bırak, taparız. Ben seni yetiştirebildiğim kadar o insanlardan izole ve daha bilinçli yetiştirmeye çalıştım, umarım bir gün bu söylediklerim sana bir anlam verir. Ve o tükürme olayına gelirsek de artık yaşın geldi.. 16 yaşında bir gençsin ve seni daha fazla mahrum bırakmayacağım" der ve duvardaki bir tuşla duvarın arkasındaki bir dolabı açar. Dolap, kırmızı ışıklı, tüylü ve çıplak insan fotoğraflarıyla doludur. (Çocuk çok garipser) Babası dolaptan bir kaset alır ve televizyona takar. Sonra da "Annenle biz bugün bir otelde kalacağız, hoşlandığın kızı eve çağırabilirsin ve birazdan öğrendiklerini ona da öğretebilirsin" der. Kasedi yerleştirir ve çocuk izlerken annesiyle babası evi terk eder. Çocuk hayatının coşkunu yaşamaktadır ve cinsel organı hiç olamadığı kadar büyümüş ve yerinde duramamaktadır hemen hoşlandığı kızı arar ve kız evine gelir. Kızla sabaha kadar kasetten gördükleri gibi sevişirler ve bu iki insan ondan sonra iyilik için sevişenlerden olurlar."
SON.


2 Ocak 2016 Cumartesi

Long Nights

                                                     *Christopher MCcandless (Alexander Supertramp) 1968 - 1992

**Videonun başındaki İspanyolca sözü araştırdım ve şu çıktı: "Mutluluk sadece paylaşıldığı zaman gerçektir"

'Kavanoz Fantezisi'

Bütün dünyaya bi siktir diyelim..
Çekilelim kavanozumuza,
ben seni besleyeyim,
sen beni..

Sabahları saydam olsun etrafımızdaki camlarımız..
Akşamları zifiri karanlık,
duyduğumuz tek ses olsun nefeslerimiz,
sarılarak ısınalım kavanozumuzun içinde..

Kimse anlam veremesin dış dünyadan,
Geceleri oluşan buğulu camlarımıza,
Kimse anlayamasın,
Küçücük kavanozda,
Birbirimize yetip
Nasıl da yaşadığımızı..

Kimsecikler ulaşamasın bizim duygularımıza, düşüncelerimize..
Herkes merak etsin,
destan olsun sevgimiz,
Kurşun geçirmez camların içinde..

"Nefesimi kestin"
"ya snei alıp bi kavanozda besleyesim geldi"
"kelimelerin ruhuma dokunuyo"
Bedenlerimiz ve 'ruhumuz' var sadece..
Kavanozun içindeyiz ikimiz de..





1 Ocak 2016 Cuma

Hisset Beni..

Dokun tenime,
gez üstünde..
keşfet her bir noktasını,
bir daha unutmayasın diye..

Sev beni,
işle yüreğime,
sakla kendini,
bir kuyu kaz göm kendini,
Toprak at üzerine, ben nasıl olsa bulacağım seni..

Öp beni,
dudaklarımın nerede olduğunu öğren bir kerede,
yanaklarımı bütünleştir gamzelerinle,
yapış istersen dudaklarıma sanki bir daha ayrılmayacakmışız gibi..

Bak gözlerime,
korkma,
düş derinlere,
süzül biraz içeride,
bul kendi gözlerini ve içinde keşfettiklerimi..
doyma hiç bakmaya,
gir hep aynı rüyaya,
beni her seferinde bir daha keşfedecekmişsin gibi..




Dudaklarının İzi Var Kadehimde

Dur.
Bir dakika..
Taslaklara doldurmalıyım kendimi...

İçimde görünmez olmaya çalışan boşluğu balkondan sarkıtmalıyım belki de..

Bir hiçlik var içimde,
kendim anlamlandıramadığım..

Bir bokluk var yüzümde,
hiçkimsede bulamadığım..

Bu yokluk var görünüşümde,
bardaktan boşalırcasına akan gözlerimde ve kar taneleri gibi eriyip giden duygu parelerimde..

Peki o sözü edilen pare pare duygular nerede..
Soru bile sormuyorum artık kendime,
boşluğa savuruyorum cümlelerimi, kelimelerimi, hece hece zorladığım dilimi..

Zorladım mı kendimi hiç..
Yoksa hep kolaya mı kaçtım..

Olacaklar ve olmuşlar için kendimi hazırlayamadım,
Ben galiba hep 'aptal' ı oynadım..

Dur dur düşünme şimdi,
yetti bu kadar düşünme,
düşersin sonra düşüncelerine,
hapsolursun sığ bir şarap kadehine..

Dur dur düşünme,
düşünme..
düşün-me..
Sığ bir şarap kadehine dönüşme,
Dudaklarının izi var kadehimde..