13 Şubat 2016 Cumartesi

Ağaç Ejderi ve Flütlü Prenses

Asırlar ve diyarlar önce. Farklılıklar yaşanmadan, herkes mutluluğun mutlu olmaktan varolduğunu düşündüğü zamanlardan... İnsanlar ve doğaüstü yaratıklar biraradayken ve doğa da onları yönetirken..
İşte o zamanlarda Doğa dişi bir insan hayata getirmiş. O zamana kadar bütün insanlar erkekmiş. Çalışırlar ve doğayı memnun etmek için ellerinden geleni yaparlarmış. Doğa da hep onları ödüllendirirmiş. Ve işte o gün, bir prenses aralarına katılmış. Herkes çok şaşkın ve suskunmuş. Prensesin beden hatları hiçbir canlıda yokmuş. Bedeninin üst kısmında gözlere benzeyen iki tane yuvarlak şekil ve bedenin alt kısmında herhangi bir uzantısı yokmuş. Doğa halkı o uzantıyı dallara benzetirmiş ve ihtiyaçları geldiğinde sıvı çıkarmak dışında başka bir işe yaramazmış.
Prenses, gezegenin en büyülü ağacının tepesinde dünyaya gelmiş. Prenses bir süredir oradaymış fakat hala gözleri açılmamış. Doğa, kendi halkını onu beslemek uğruna yetiştirmeye başlamış. Artık erkekler, prensesi korumak ve onu beslemek için ellerinden geleni yapıyormuş. Ve prenses gözlerini açtığında baktığı ilk kişi bu doğanın ödüllendirdiği prens olacakmış. Tahmin edilemez, elle avuca sığamaz zamanlar boyunca prenses beslenilmiş ve olgunlaştırılmış. Asırlar, masallar, destanlar ve daha önceden hiç görülmemiş ve yaşanmamış mevsimler geçmiş üzerlerinden.
Ve aniden bir gün simsiyah atıyla yağmur bulutuna benzeyen bir şekil belirmiş. Bu diyarda onun gibisi yokmuş. Bazıları büyülenmiş ve onun izinden gitmiş.
Tekrar asırlar geçmiş ve siyah atlı geri dönmüş, bu sefer Doğa'dan ruhlarını çaldığı erkeklerle. Doğa'nın düzenini ve huzurunu bozmuş. Yaktırmış, yıktırmış. Karmaşa ve tehlike eline almış kontrolü.
Doğa, bunların üstüne ormanı küçültmüş, sıkıştırmış ve gezegenin sadece bir tarafına yerleştirmiş. Gezegenin diğer taraflarında ise su, düzlük ve yükseltiler kalmış. Siyah atlı ve ruhları çalınmış erkek ordusu buna çok sinirlenmiş ve tekrar saldırı için hazırlanmış. Doğa da kendi erkeklerini hazırlamış ve ortaya bir duvar örmüş, kimsenin geçemeyeceği. Gezegen artık ikiye bölünmüş.
Bu sıralarda Doğa, siyah atlı ve geriye kalan erkekler çok meşgul olduğu için prensesi biraz ihmal etmişler ve bir de ne olsun prenses gözlerini açmış. Açtığında etrafında kimse yokmuş. Yalnızmış. Uzandığı ağacın dallarının birinde parlayan gümüşten ince ve uzun bir cisim bulmuş. birden fazla deliği varmış ve tepesindeki deliğe üfleyince bütün gezegeni ayağa kaldıran bir ses çıkmış. Herkes uyanmış. Asırlardır uyuyan kötü ruhlar ve iyi ruhlar bile. Ve prenses uzandığı yerden kalkıp ormanın derinliklerine dalmış. 
O sırada duvarın yakınlarında olan erkekler duydukları sesle irkilerek prensesin yanına koşmaya başlamış. Doğa ise sadece gözlemlemeye çekilmiş. Erkekler prensesi yerinde göremeyince ormana dağılmış. Herkes ilk göreceği ve aşık olacağı kişinin kendisi olmasını istiyormuş. Bencillik ve rekabet hırsı bütün gezegene yayılmış ve öğrenilmeye başlanmış. Gün geçtikçe ve prenses bulunamadıkça erkekler iyice kötü kalpli ve birbirilerinin zayıf noktalarını fırsat bilir olmuş. Gezegen her geçen gün umutsuzluktan ve kötülükten kirlenmiş ve kirlenmiş. Doğa da artık uğraşamayacağı bir hale geldiğini düşünerek kendini uzay boşluğuna iterek bu diyarlardan kurtarmış kendisini. Doğa bile böylesine bir bencillik yapınca insanlar iyice çizgiden çıkmışlar. Savaşlar, anlaşmazlıklar ve kavgalar hep sürüyormuş.
Günlerden bir gün uzun kulaklı bir tavşan sincabı prensesin kokusunu almış. Prenses her zamanki gibi Doğa'nın yeşilliğinin vanilyayla karışımı gibi kokuyormuş. Otların ardından uzanıp bakınca ise prensesi ağaçtan bir ejderhanın kafasında uzanırken bulmuş. Prenses, uyuklarken bile flütünü bırakmamış ve flüt de hala ilk günki gibi gözüküyormuş. Fakat uzun bir süredir kullanılmamış. Zaten kullanılsa prensesin yeri çoktan bulunurmuş. Tavşan sincabı zıplaya zıplaya erkeklere gitmiş. Erkekler bir kan gölü içerisinde birbirileriyle boğuşuyorlarmış ve tavşan sincabı gelip bir ses çıkarınca hepsi susmuş ve ona bakmış. Tavşan sincabı konuşup prensesin yerini duyurmuş ve bütün erkekler işssizliklerini bir kenara bırakıp oraya doğru yönelmiş. Oraya vardıklarında prensesin uyandığını ve bir ağaç ejderiyle göz göze geldiğini görmüşler. Birkaçı hemen müdahale etmeye çalışıp ejderhaya doğru koşsalar da yeryüzü onları yeraltının derinliklerine çekmiş. 
Uzun bir süreden sonra prenses flütü ağzına götürmüş ve üflemiş. Müthiş bir melodi yayılmış. Gezegenler boyu duyulmuş, bütün canlıların uykusu gezegeni bastırmıl ve hepsi uykuya dalmış. Gezegenler boyu duyulan bu sesin varlığından haberdar olup Doğa, eski gezegenine geri gitmiş ve ejderle prensesin oluşturduğu bu sihri gözlemlemiş ve onları da kendine katarak bu gezegende kalmaya karar vermiş. Erkekler uykularındayken artık daha da büyülü olan Doğa, aynı sayıda dişi hayata getirmiş ve erkeklerin kollarının altına koymuş. 
Bütün insanlar uzun bir uyku çektikten sonra bir dişi bir erkek olarak birbirilerini görünce çok şaşırmış ve birbirilerini tanımak çok hoşlarına gitmiş. Bundan sonra hayat tek taraflı değil, iki taraflıymış. Ve kimse o zamana kadar ne yaşandığını hatırlayamamış. Dişilerin varlığından sonra bir daha da hiçbir zaman dişilerden önceki gibi bir kötülük oluşturulamamış. Gezegen artık daha uysalmış.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder