1 Temmuz 2017 Cumartesi

Beyaz Çizgili Lacivert Çorabım

Ayaklarım çıplak,
Terlersem, hafif bir rüzgarla üşürler.
Ama serin olsun istiyorum,
Çorap giyerim.

Lacivert renginde,
beyaz çizgileri olan bir çorap aldı o bana.
Yaz mevsimi olsa da giyiyorum ayaklarıma.
Çünkü seviyorum onu.
Beni terletse de bu sıcakta, seviyorum onu.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Kubbe

Derin bir fısıltı,
Sesini kaybettiğini düşün.
Yırtınıyorsun yarım dünya bir kubbenin içinde.
Kubbe sana cevap vermiyor,
Kendine göre sebepleri var küsmüş sana seneler önce.

Ter akıyor kubbeden,
Yirmi sekiz kapısı var hepsi kilitli.
Bir bir geziyorsun her kapıyı,
Hiçbiri açılmıyor.
Hiçbirinin tokmağı yok.

Yumruklarınla vuruyorsun kapıya,
Tıklatıyorsun içerden dışarıyı.
Sesini duyacaklar sanıyorsun,
Kapı titremiyor bile.
Kubbe sadece sana gülmekle yetiniyor.

Dört parmağın kalmış,
Isırarak koparmışsın yüzüğü çıkaramadığın parmağını.
Tepiniyorsun kendi kafanın üstünde.
Zihninde daha nice kubbeler beliriyor,
Sen böyle düşünmeye devam ettikçe.

Daha hala bu gidişten birkaç dönüşün var,
Geçmemiş bu sefer zaman, o kadar hızlı.
Hesaplarken kullan kalan parmaklarını.
Kalan yıllarını sor göçmen kanatlılara.
<<"Yolculuk nereye?">>
Nar mevsimi gelmiş, artık sevişmek zamanı.

Sussana biraz,
Ama sadece bir süreliğine.
Belki hala dinleyebiliriz kalan yıllarını.
Kubbeden seslendim ama duymadın zamanı.

                                                         -Sunrise On The Ocean, Vladimir Kush
                                     

Aviation


11 Haziran 2017 Pazar

Fesleğenli Çocuk

Tanrıların sesidir,
Seni ararlar gökyüzünde.
Tanrının kitabından kopardığın sayfalarla yaptığın,
Bir origamidir nefesin.

Tanrıdan nefret ettim,
Tanrının pabuçlarını giydiğimde.
Tanrıya saygı duydum,
Tanrıya en uzak olduğum dönemde.

Bir fısıltıdan oluşmuştu mevsimler,
Karanlık bir bahçeye girmişti aydınlık.
Meyve vermiyordu artık çiçekler,
Olgunlaşıp soluyorlardı birlikte.

Fesleğen kokusu geldi burnuma,
Kafasında fesleğen olan bir çocuk.
Biliyordu yapmaması gerektiğini,
Korkuyordu savaşmak istemeyen çocuk.

Mühürlemişti dünyasını,
İstemiyordu nefesin serinliğini.
Kitledi kendini tabutuna,
Kıydı ait hissetmediği canına fesleğenli çocuk.

Buz gibiydi fayans suratında.
Ağlamak istedi, bağırmak, haykırmak.
Ama toprağın kokusu daha yoğundu artık.
Ne ışık ne de ilahi bir ses,
Toprak kokuyordu.
Sadece toprak...

                                                                   -Masumların Katili, Peter Paul Rubens.


10 Haziran 2017 Cumartesi

Sabahları Artık...

Sabahları artık daha özgür,
Hazırlan şövalye.
En uzunundan seç pelerinini,
En kırmızısından.

Özgür ol savaşçı,
Kimsenin himayesi altında olma.
Erdemli, gururlu ve kıdemli.
Hepsi birer piyon şatolardaki.

Bir ejderle dövüştün okuduğum bir masalda,
Göğüs gerdiğin kan kırmızısı alevleri,
Boşa salladığın onca kılıç darbesi,
Ve geriye kalan yanık cildin.

Şerefinden miydi savaşın?
Artık hiçbir kadınla yatamamana değdi mi..
Geceleri artık daha soğuk senin için.
Seni ısıtmaya yetmeyen zırhın kaldı savaştan geriye.

Ne bir efendi için
Ne de bir ulusun özgürlüğü uğruna değildi.
Bir kadın içindi, bir kadın.
Bir kadına değdi mi?

Güneş rengi saçları ve kristal bir taç büyüledi seni.
Helen haykırsa gitmezdin.
Özgürleştin ama ne kadar 'özgürleştin'.
Hazırlan şövalye.
Sabahları artık sönmesini istemediğin bir güneş senin için.


31 Mayıs 2017 Çarşamba

Ne Zaman Gece O Zaman Zafer! (Sairfilmenamların Marşı)

Sairfilmenamlar bastı şehri,
Çıktılar köprüaltlarından.
Bir malihülyaya kapıldılar,
Güneşe teslim oldular.

Bir zifiri boşluk vardı uçsuz bucaksız felekte.
Uzandım işaret parmağımla,
Yetişemedim düşleri takip eden kızılçullu çingeneye.

Hayallerim vardı, kurmaca düşlerim.
Gidemedim peşinden, düşleri takip edemedim.
O kadar karıncalanmıştı ki zihnim,
Göremiyordum rüyalarımı bile düzgünce. 

Kahpeden bir telaş,
Yalandan bir arayış,
Kimin sesiydi uzaklardan gelen,
Ve fark edilmeden sönüp giden.

Sen miydin tekrar tekrar unutulan o yüce ses?
Senin gecelerin miydi acılı çilekeş..
Sofraların en kudretlisi,
İnce belli bir harikalar abidesi.

Bembeyaz püsküllü kristal bir çarşaf düşündüm,
Ama gerisi gölgelerin egemenliğini kabullenmiş kapkaranlık upuzun bir yatak.
Masal kitabımı açmak istedi ellerim fakat boştu sayfalar,
Saklamak istesem ellerimi saklanamazlar.

Gıcırdadı dişlerim ve bütün kapılar,
Pusluydu şehir artık,
Bir kuzey ninnisi gibi soğuk,
Bir o kadar da yalnızdı bu kalabalık içerisinde.

Sesimi duyan yok mu herhangi bir düşler evreninde...
Gezer durur sairfilmenamlar,
Boş gözler,
Çıplak ayaklar,
Ve sırdaş onca köprü.

Bütün cihana yayılmış sairfilmenamlar,
Fethetmişler sokakları.
Mırıldanırlar düşlerin marşını:
"Ne zaman gece o zaman zafer!"






28 Mayıs 2017 Pazar

Sessiz Geçen Son Gece (Katil Düğme)

Yıldızlar geliyor,
Durma sus bu salkımlarda.
Peştemalinden akan kan ilerliyor hızla,
İzlerken adamın ölümünü,
Sus, sen de sus durma!

Etrafta olağanüstü bir sessizlik,
Hayallerimde hep arbede vardı,
Kaos ve bağrışıp kaçan birkaç insan..
Ama şimdi suskun diller,
Ne bağrış ne de yardım çağrısı..

Sümsük bir katil,
Kekeliyordu tetiği çekmeden önce.
İstemiyordu belli,
 ama zorlamıştı biri o da belli.

Kavramıştı kabzasını 1903 model colt'un,
biliyordu nasıl tutulacağını.
Ama fark etmişti son dakikada ne kadar da zor bir şey olduğunu.
Kim olursa olsun o tetiği hayatında ilk çeken adam terini tutamazdı.

Terlemişti donuna kadar,
Ateşler içindeydi suratı,
Dehşete kapılmıştı mahallenin zifiri karanlığının sessizliğinde,
Keşke birkaç insan etrafta koştursaydı da düşünceleriyle baş başa kalmasaydı.

Nefes alamıyordu ceketinin içinde,
Üstünden çıkardığı gibi fırlattı attı,
Kalan kurşunlarını da attığı cekete boşalttı.
Tabanca bir hiçti artık elinde.

İlk önce oturdu dizlerinin üstüne,
Sonra yavaşça eğildi secdeye,
Ve yattı yüzüstü buz gibi asfalta,
Yanıyordu suratı ateşler içinde.

Keşke kendisi olsaydı öldürdüğü kişi,
Üstünden çıkarıp attığı ceketi bile daha şanslıydı ondan.
Yüzüstüyken döndü cekete ve bir bakış attı,
Delik deşikti her tarafı.

Cekete parmak uçlarıyla uzandı,
Tam tutacakken ceketi,
Öldü oracıkta yirmi yaşlarındaki genç katil.

Üç kurşun yemişti çocuk,
Dört delik vardı, kurşunların ikisi kalmıştı vücudunda;
İki delik göğüs kafesinde yan yana,
Bir delik de gırtlağında...
 



22 Mayıs 2017 Pazartesi

The Less I Know The Better


Dikkat! Şelalenin Ucunda Durma..

Dikkat et,
çukur hep etrafın
bir odaya tıksalar seni
kulağına bağırsalar
anlamadıklarını anlar mıydın zorla?

Dikkatli ol,
çamur olmuş hep üstün başın
sana baksalar
bakakalırlar bir şelalenin ucunda.
Arkalarından şiddetle gelen bir kaya
vurup alacak gövdelerini birazdan,
daha sakinleşecek ortalık.

Dikkat kesil ona,
o konuştuğunda,
sus ve dinle.
anlatacak o sana
neyin doğru neyin yanlış olduğunu.
yerli yerinde bütün düzen,
evimin bütün mobilyaları
lambalar
mutfak masası
duş kabini
tuvalet
kapı
hepsi yerli yerinde.

Sakin ol,
dinle şimdi rüzgarı.

     -Ben çektim len. saat 5:30 İstanbul Boğazı..

17 Mayıs 2017 Çarşamba

'Sen'siz ve 'Ben'siz Kumsal

Fareler miydi lağımlarda gezen?
Fareler miydi kanalizasyon çöpçüleri..
İnsanlar mıydı fareleri ezen,
Yoksa fare miydi kükreyen?

İnsan mıydı insanın ezdiği,
Yoksa sürüngenler miydi ateşten korkan.
Kaplumbağa mıydı yarışı kazanan,
Yoksa tavşan mıydı tembellik yapan.

Çocukluğum muydu tramvaylar.
Çocukken yaşadığım onca güzel anım,
Yanında da belki de hiç ciddiye alınmayacak basit birkaç tramva.

Ellerim büsbütün bir narı kavrarken güldüm,
Senin suratın asık
ama diğer elinde orkideler tutuyorsun,
arkanda sakladığın.

Korkuyor musun?
Çekiniyorum bakmaya gözlerine,
Belki bu cesur yürek de korkar bakarsa gözlerine.
Ya da sen mi çekiniyorsun,
Ben miyim korkak..

Soyunuyor muyuz büsbütün?
Ayaklarımızın altında dayanılmaz bir sıcak,
Kafalarımızda saçlarımız kalmamış,
Uzanıyoruz 'sen'in 'ben'im kalmadığı bir kumsalda.

Laf ebeleriyle yaptığım birkaç kaçamak oyun.
Anlıyor musun acaba bana baktığında?
<<Gerçekten anlıyor musun?>>
İfade edebiliyor muyum kendimi istediğim gibi acaba,
Yoksa aklımdaki ben sadece aklımda mı,
Çıkaramıyor muyum dışarı..

Benim ağzım kusursuz bir hiçlikler bütünü o zaman.
Dilim, anlamsız belki de.
Ben, ben değilsem dışarda,
Kimi oynuyorum o zaman?
'Ben' olmaya çalışırken kim oluyorum..

İfade edemiyorsam kendimi konuşarak,
Konuşmanın ne anlamı var..

Ağladı tapınak şövalyelerini meydanlarda seyredenler,
Duydu sesini Mecdelli Meryem,
Sordu, konuşmak zorunda mısın yettiğinden fazla?
Madem öyle, yazarsın sen de.

Bir galaksi kurdum kendime,
Yıldızlar ayaklarımda,
Bulut oldu hayallerim,
Her bir gezegen, her biri bir düşünce.
Ve belki de sonunda,
'Ben' i bulmaya başladım bir köşesinde.
Gözlerimi kapattığımda ulaşabildiğim hayallerimin melodisi,
Ve bana ait sonsuz bir evren.

       -Birth of A New World, Salvador Dali
   

16 Mayıs 2017 Salı

Sakın Reddetme


**İki dudağından, bir gerdanından.. Bi datmak isterim, sakın reddetme!

Cılız Bileklerim

Savurdu bir kılıcı cılız bileklerim,
Kafatası paramparça oldu neredeyse.

Düşüncelerim bana meydan okudu.
Aydınlıkta ateş ettiler kafama,
Karanlıkta ıskaladılar,
Kulağımı sıyırdı düpedüz acımasız kurşun.

Daha ona kadar sayabilmiştim oysa ki,
Yeniden doğduktan sonra.
Tutuştu elimde kilden bir meşale
Ve gezegenlerdi kıvılcımları.

Otların arasında yeşeren senin gözlerin,
İçimi titretti rüzgar,
sen bana baktıkça,
usul usul.

      -Boticelli, Primavera

Tutsak

Bir adam vardı,
çelik ve kafadan tutsak.

Bir kadın vardı,
puslu ve özgür

Fakat o da,
adama tutsak

Nadas

Aldım elime tabanca kadar bir küreği,
Kazdım yeryüzünü
toprağa ateş ede ede.

karanlık insanlık

Yer, deniz, gök büsbütün
Bir bütün bu içime çektiğim aydınlık,
Reddettiğimdir karanlık insanlık

Öldürdüm Onları

Beni adamdan saymadılar,
Ne desem ciddiye almadılar.
Ben de aldım elime silahımı,
çektim tetiği,
öldürdüm ailemi.

Ben bir şey dedikçe güldüler,
Boş gezenin boş kalfası oldum,
Sıktılar canımı dedikleriyle.
Aldım pimi dişlerimin arasına,
Fırlattım bombayı ortalarına
öldürdüm arkadaş dediklerimi.

Bir şey anlattım dinlemediler,
Kendimi ifade ettirmediler.
Ben de çaldım yaşam taşını,
Duvara fırlattım kırdım,
Hep beraber öldüler.

Doğayla çiftleştim,
İnsan oluşturdum topraktan.
"Yaşayın!" dedim yaşadılar,
"Ölün." dedim ölmediler.

Mutlu olacağınız gibi yaşayın,
Kendiniz gibi davranın,
Keyfini çıkarın hayatın bari dedim.
Fırsat buldukça mutsuzluk şarabından içtiler,
Onun sarhoşluğuyla mutlu oldular.

Bir gün fark ettim artık Doğa gözyaşlarını tutamıyor,
Anlattı nedenini,
Sinirlendim.
Sonra gittim insanlara,
Yapmayın, zarar vermeyin sizi yaratan doğaya dedim,
Öldürdüler,
Tamamen yok ettiler.

Doğadan kurtulduktan sonra birbirilerine çattılar,
Kırmayın birbirinizi iyi geçinin dedim,
Savaştılar,
sonrasında korktular.
Birbirinden farksız robotlar oldular.

Ben de aldım elime kağıdı kalemi,
yazdım.
Yazdıklarıma inandılar,
Onlar için yeniden savaştılar.
Taptılar bir zaman sonra.

Şimdi de ben deyince yaşıyor,
"Öl" deyince de ölüyorlar.

     -Michaelangelo, The Creation of Adam

İnsanlardan Oluşan Hayal Kırıklıkları

Yansımayan aynalarım var,
gece ışığında..
Mat ama parlak,
ışığı yansıtmıyor nasıl olsa
Yetmiş dört parçaya ayrılmış,
yaşadığım darbeden sonra.

Yusyuvarlak pencerem,
Gölgenle dans eden
Beş yüz elli iki yıldız.
Saydım, yalnız bir tanesi yalnız.

Yalnız ama farklı diğerlerinden.
'Tek' olabildiği için bu yalnızlık.
'Bu yalnızlığı' sorguluyor,
Fakat ait ona,
Biliyor.

En hayvani duygularımla söylüyorum:
Siktirin gidin orospu çocukları.
Birkaç insan yeter bana
Sevdiğim sürece,
Bir ömür boyu.

       -Anthony van Dyck: Samson and Delilah (c. 1630)

A Forest (First ever TV performance Dec 79)


1 Şubat 2017 Çarşamba

Bankrobber


Dört Parmaklı Daktilo

Daktilomun dört parmağı var,
birini kaybetmiş savaşta.
Terziymiş aslında askerde
ama sonra,
Dirck van Baburen - Young Man with Jew's Harp, 1621
okuma yazma biliyor diye,
koymuşlar önüne alfabeyi.
İki cümleyi bir araya getiremeyenleri izlesin,
sahip olduğunun kıymetini bilsin diye.
O da yazmış durmuş gecelerce,
böyle bulmuş kendini dört parmakları daktilo.

Sözleri eskimiş yaşlandıkça kendisi gibi.
Kendisi gibi birini,
ne kadar cümle oluşturduysa,
ne kadar mürekkep harcayıp kelimeler dizdiyse yan yana,
yine de bulamamış.

Ne komutanlar görmüş,
Bir mektup yazdırayım derken ecel terleri döken,
ve anlamış,
herkesin bir daktilosu olmalıymış.

Ama eskimiş fikirleri daktilonun,
insanlara göre.
Bu yüzden dinlenmezmiş sözleri.
Dinlense zaten, herkeste olacakmış bir daktilo,
herkes bilecekmiş güzel cümleler kurmayı,
kendini daha iyi anlatmayı,
daha iyi anlattıkça konuşularak anlaşılacağını.

Dinlenseydi daktilo insanlarca,
daha mutlu bir yer mi olurdu acaba dünya,
yoksa daha mı kibirli,
daha mı ukala.

Hey


31 Ocak 2017 Salı

Küllerimden Doğup Yine Severim Sizi

Küllerimden doğup yine severim sizi,
Bir döngü içerisinde gidip gelsem de,
Mutlu olduğum sürece severim hepinizi.
Sevebilirim, hayal kırıklıklarım bitince.

O kadar hüzünlüyüm ki ama bir o kadar da mutluyum.. Ağlarken güldüm bugün.
İnsanlar yine hayal kırıklığına uğrattı beni dükkan. Duygu paylaşmaktan ben bıkmadım, ama onlar duyguları çevrelerine saçtıkları nefretle parçalayıp heba etmekten bıkmadılar.

Hep bir gerginlik bir stres. Bıkmadınız mı arkadaşım. Hepimiz aynı yolda değil miyiz? Aynı amaçların farklı versiyonları peşinde koşuşturmuyor muyuz? Bu yüzden anlayamıyorum kendinizin her zaman herkesten daha dertli olmasını.
Başarı dediğin mutsuz olup da varlıklı olmak değildir ki. Mutlu olduğun sürece tadını çıkarırsın bu dünyanın. Yeter artık yemeyin birbirinizi, kendi çıkarlarınız ve bencillikleriniz yüzünden. Hepimiz bir şey uğruna çalışıyoruz zaten. Hepimizin kendimizce hayalleri var. Gerçekleşebilecek olanlar veya hiçbir şekilde gerçekleştiremeyeceklerimiz ama bunu bilmemize rağmen onun hayalini kurduğumuz düşünceler, gelecekler. Hepimiz kendimizce dertliyiz, hepimiz bir konuda stresliyiz. Bu yeterli değil mi? Neden birbirimize bunları yeterinden fazla yansıtıp birbirimizin duygularını ve düşüncelerini yıpratıyoruz ki. Sevmiyorum bu davranışları ama yine de seviyorum insanları, dünyayı, bizi işte. Değişkeniz ve her birimiz her bir diğerimizden farklıyız. Çok ilginç, bir o kadar da absürt.

Sıkıldım biraz kötü duygu, düşünce ve davranışlardan ama tadını çıkarmaya devam ediyorum edebildikçe. Engellenmeye çalışılsa da, gücüm oldukça. Güç bulabildikçe. Engellenmedikçe.
Az da olsa tanımaya çalışmalıyız birbirimizi, etrafımızı, özellikle de eleştirdiğimiz onca şeyi ve insanları. Çalışıyorum dükkan elimden geldiğince. Geleni ardıma koymuyorum, umudumu kesmiyorum, bırakmıyorum kendimi mutsuzluğun sıkı pençelerine. Ama bazen de karşılık almadıkça yoruluyorum. Belki de 'beklediğim karşılığı' almadıkça yoruluyorum. Ölüyorum bazen içimde, duygularımla baş başa kalıyorum. Yakında açmayı bekleyen bir çiçek gibi.. Soluyorum gittikçe.

Bu yüzden kapıyorum kendimi dış dünyaya;
görmezden gelebilmek için,
kendi aklımdaki insan profilini yeniden sevip insanlara yeniden adapte olabilmek için,
yeniden alışabilmek için.

Kendimi hayal kırıklıklarımda kaybediyorum.
  ama en sonunda,
     Küllerimden yeniden doğuyorum.

Bir döngü içerisinde gidip geliyorum defalarca.. ama 'defalarca'.






29 Ocak 2017 Pazar

Fraklı Uykusuz

Saat üç,
ve renksiz üstüm başım.

-Johannes Vermeer, The Procuress
"Onu kaybettim ama vakit erken olmalı.."
Sayıklarken buldum frak giyen tavşanı.
Bileğinde ince bir zincir ve zincirin ucu kırık.
Nerede olduğunu bilmiyor saatin,
Nerede sakladığını.
Biliyor ama,
buranın uykusu gelene kadar ortaya çıkmayacağını.

Saat üç buçuk,
farkında değil uyurgezer otuz dakikanın.
Bin sekiz yüz saniye 
ve uzanmış köşesine,
kırık bir dağın..

Bu soğuğun kaç dakikası var bundan sonra?
Daha kaç alınganlığı..
Bırakamıyorum demagojiyi,
Şuanki faltaşı gözlerimden dolayı.
                                                                                    
Bence çıkar saatini fraklı tavşan ve gir içeri,
üşüyeceksin beni bekledikçe.
Bence uyu fraklı uykusuz,
yoksa soğuk alınacak seni böyle gördükçe.

 
                                                     

25 Ocak 2017 Çarşamba

Kaç Yüzyıl Geçti Nefesimi Tutalı?

Kırıklarım mı var hala?
Hala kendimden kırdıklarım
kırdıkça kırıldığım,
ufalandığım.
Ufalandıkça ezildiğim...

Ne kadar daha nefesimi tutcam bu suyun altında?
Bu su kirlendi,
Önüme baksam belli belirsiz.

Hayal meyal hatırlıyorum,
mutlu olduğum günleri
Ama unutmuyorum hatırladıkça.

Özlem var geçmişe,
büyük bi' hüzün.
Ama geçmiş artık imkansız
imkansız eski mutluluklar,
eski güzel anılar, hatıralar
imkansız onlara bir daha sahip olmak.

*Biz eskittik zamanı, biz özlüyoruz be baba.
**Güvenmiyor musunuz bana, sokmayın parmağınızı vücuduma..
***Fazlasıyla şüphecisin Şüpheci Thomas.
Caravaggio, Şüpheci Thomas
    

Sırılsıklam Olmaya Hazırım Bundan Sonra

Bu ne şimdi?
Hatırlaması gereken sen değil misin bütün kötülükleri,
Aptal değilsin,
Öteki değilsin,
Unutma,
Bırak boş işleri;
Oku,
Dinle,
Yaz.

Hadi yağmur yağ şimdi
TAM ŞİMDİ
Tam kafamın üstüne
bırak sağnağını,
Sırılsıklam olmaya hazırım bundan sonra.
Yağmayacaksan da terk et,
konuşmam bir daha,
bakmam bile suratına,
Nasıl olsa tanrı çocuklarını sever,
-Herhalde beni de sever-
Asıl tam şimdi yağmur hadi!

**RRRRRRush!


Zamana Karşı Gelmeye Hazırım

Kurcaladım birkaç saat kafamı ve dinledim içindekileri. Kaça kadar saydım, sayarken en son kaçtaydım bilmiyorum, hatırlamıyorum. Sayarken hatırladım ama, bi on sene önce aynı evde aynı insanlarla tamamen farklı bir hayattaydım. Ayaklarım sapasağlam basıyordu yere, mutluydum her dakikasında hayatımın. İyi arkadaşlıklar kurmuşum, güzel diyebileceğim anılar ve yerini hala dolduramadığım dostluk ihtiyacı. Zaman zaman doldurabildiğimi zannettikçe yanılmışım, dolduramamışım. Kapatamamışım tüpün kapağını, sıkıştıramamışım içindeki havayı. Ondan böyle zamanla şu anda olduğum duruma kadar kaybetmişim içindekileri. Ama bence ben sıkmıştım o kapağı.. belki de güvendiğimi zannettiklerim gevşetti çaktırmadan. Böylece içindeki hava zamanla atmosfere yayıldı.
Arkadaşlık kurmayı beceremediğimi düşünüyodum daha dün elime ilköğretim yıllığımı alana kadar. Baktım bütün arkadaşlarım severmiş beni. Çok güzel şeyler yazmışlar benim hakkımda. Kayboldum okurken, ben miyim diye de bir sordum açıkçası. Benmişim, değer verilirmişim, verdiğim değer karşılık görürmüş. O zamanlar etrafımdaki insanlar hayal kırıklığına uğratmazmış beni. Güzel arkadaşlıklarmış, geri istedim. Zamana karşı gelmeye hazırdım, geri istedim.
Son birkaç senede sahip olamadığım, bulamadığım ama hep kafamda, aklımın bir köşesinde oluşturduğum 'arkadaşlıklar'. Ben artık anladım sanırım bende değil bunun sebebi. Belki de ilk defa etrafımdakilere bok atıyorum. Atmak istemiyorum ama artık fazlasıyla sorguladığımı düşünüyorum kendimi.
İnsanları hala seviyorum. İnsanlar farklılar, ayrılar, aykırılar, değişkenler, yaratıcılar, senin göremediğini başka bir insan görüyor. Bunu kafamdan hiçbir zaman çıkarmadım ve insanlardan hiçbir zaman da nefret edip umudumu kesmedim. Gereksiz. Etrafındaki insanları baz alarak bütün insanlara genelleme yapamassın. Sen demek ki ait olmadığın bir topluluktasın. Ben, bunu anladım...
Buz devri geliyor, kadınlar ve çocuklar önden.


1 Ocak 2017 Pazar

Yalnızlar ve Unutulmuşlar Mıntıkası

Bir gün daha geçti ve 365 gün daha kullanacağımız 4 sayı 1 arttı. İstersek isteyelim nereye gidebiliriz ki ama ben istersem istediğim yerde süzülürüm. Süzülürüm kabaca, tepetaklak, karnımda bir ağrı ve başımdaki zaten hiç bir zaman bitmez. Bir düşüncedir adım. Ad olarak kullandığım birkaç harf, seslenildiğim tonlarca ton. Seslenilmessem eğer bir gün o zaman anlarım adım yok, tükenmiş. Tükenmiş benliğim, tükenmiş akciğerim ki nefes alamıyorum. Alamadıkça bırakamıyorum hayatı, tutunmaya çalışıyorum ve son raddede düşüyorum sonsuzluğa, mutlu, mutsuz ve unutulmuş. Unutulmuşlar mıntıkası benim dediğim; ne sen varsın ne de o , ne ben varım ne de ben , ne onlar varlar ne de şunlar bunlar , ben yokum ben asıl mesela o. Ben olmadıkça hayatı gözlemleyemem, ben olmassam benim için bunların hiçbiri olmaz. Bunların hiçbiri olmassa bunların hepsi varolur mu. Yalnızlar ve unutulmuşlar mıntıkası, her zaman buradasın ama farkında değilsin. ÖLDÜRÜN BENİ, eğer ben gerçekten hala buradaysam ve bulunanlarlaysam. Şekillendir bedenini her duruma karşı.

Caravaggio, Holofernes'in Başını Kesen Yudit yak. 1598    

Faust Arp (Scotch Mist Version)