30 Aralık 2015 Çarşamba

Bir Tutam Hemcins

Hemcins ışıksız
Gelecek parlak
Eksik bir tutam var gelecek olan o gözde
fakat bir tutam fazlalık var
vücudunu dişlerinin arasına alıp ısırdığı zaman

Bir tutam duygu yetmez sevişmeye..
Koklayıp özlememeye
Ellerini tutup terlememeye..
Bir tutam yetmez kalbini çıkarana kadar sıkıp
sarılınca öldürmeye..

Bir tutam duygu var onun gezegeninde.. Hadi ara bul bakalım bulabiliyorsan..

                                                                                  -Barbarella

Why Can't I Fall In Love


25 Aralık 2015 Cuma

Su Dediğin..

Sus,
dinleyelim biraz rüzgarı
Hava çöker ve gökyüzü olur karanlık..

Yak,
içindeki ateşi
Nasıl olsa ıslanıyorsun durmadan yağmurun altında..

Dök,
içindeki kuşkularını
Ama asla ele verme korkularını..

Bak,
saatlerce o tavana
Boş boş oturup dinle biraz kafanı..

Su dediğin, akar gider
gelir geçer, unutulur gider.

Su dediğin, akar gider
gelir geçer, unutulur yeminler..

                                                                                               -The Water Element by Edwin Alverio

22 Aralık 2015 Salı

Güzel Bir Gün

*Engellenmişiz.. YouTube'daki diğer versiyonları konser veya senfonik. Tek düzgün olan bu var albümden o yüzden "YouTube'dan izleyin" e basarak siteye geçebilir ve parçayı oradan izleyebilirsiniz.

20 Aralık 2015 Pazar

14 Aralık 2015 Pazartesi

Kafalarımız Karışık Bi' Öz Gürlük

Kafalarımız sıkışmış kulvarlara. İki yanımızda sınırlarımızı belirlemiş; bize ‘doğru yolu’ göstermeye çalışan beyaz şeritler. Önümüze de baksak, arkamıza da.. sonuç ‘sınırsız’. Bir çemberin içinde çizilmiş, kendini tekrar eden “sınırsız sınır”…

Kapalı kutular var farklı boyutlarda. Farklı görünüşleri fakat aynı yüzeyleri, aynı renkleri… Şekilleridir tek farklılıkları. Önceden onlara biçilmiş, belirlenmiştir bu farklılıkları. İçinde hapsolmuş ‘duygular ve düşünceler’ dir tek ağırlıkları. Yaşama çığlıklarıyla nefes alamaz bir zaman sonra “özgürlük arayışları”, içeride saklanmış özgür ruhları. Debelenseler de duyulmaz kokuları, korkuları, merakları çünkü çoktan kilitlenip mühürlenmiştir kapıları. Şimdi tek dostları geceleri hayali gördükleri karabasanları, dostları sanarlar soytarıları ve soytarıları korkutup kaçıran yaratıkları.

Duygularımızı çöplükte ararız günün sonunda ve gülden dikenler vardır etrafında. İstediklerimizi yapmamıza engel olan ve özgürlüğümüzle aramıza kıvılcımlardan ordular oluşturan.

Ne gerek var gereksiz kalabalığa eğer ucunda özgürlüğün yoksa. Ne gerek var ‘pembe kar’ umuduna, iyimser bakış çabalarına eğer bir elimizde geleceğimizi düşünme yetimiz yoksa. Ne gerek var özgürlüğe hiçbir duygun çöplüğe atılmamış ve vanilya kokmamış ise.


Pembe Bereli Kız

Metroda karşılaştım onunla.. Pembe beresi, gözleri ve burnu bile bir resim tablosuna sıkıştırılamayacak kadar güzeldi ve elinde eski mi eski bir kitap okuyordu.. Metroda ayakta beklerken duraklara baktım 'Kadıköy' durağına daha 4 durak vardı. Ben ayaktaydım o da tam karşımda eski kitabıyla kim bilir hangi hayal dünyasında. Uzun bir süre izledim.. Utanmalı mıyım? bilemedim. Birkaç adam yanaştı yanında sakallı, iri yarı, korkutucu tipler. Kötü espriler yapıp kızı rahatsı ettiler. Ya da bana öyle geldi. Ben de bir erkeklik güdüsüne kapıldım tabi diklendim ve bekledim, bir hamle yaparlar da günün kahramanı olup kızın gözüne girerim diye. Komik tabi. 4 durak boyunca onun da Kadıköy'e gitmesini umarak geçirdim. Ve umduklarım yüzümü güldürdü. Aynı durakta indik ki zaten son duraktı Kadıköy.. Kulağımda müziğim varken hızlı yürüyen bir tipimdir. Epeyi bir ilerlemiştim merdivenlere doğru. Bunu fark ettim ve hemen arkamı dönüp onu aradım. Yoktu. Biraz beklemekten zarar gelmez dedim ve bekledim. Birkaç saniye sonra pembe beresinden tanıdım onu ve görür görmez de takip ediyormuş gibi olmamak için öne adımlarımı attım. Yürüyen merdivende solda kalmıştım yürümek zorunda kaldım. Merdivenleri bitirdim ve diğer yürüyen merdivene kadar doğru ağır adımlarla, arkamı kontrol ederek yürüdüm. Kontrol ettiğimde bir 3-4 saniye aralığında bulamadım onu ki zaten sıradaki merdivenler gelmişti. Bu merdivenlerde de solda kaldım yine yürüdüm ama galiba bu sefer istediğim için solda kaldım. Onu bulamayınca umudu kesmiştim ki zaten saçmaladığımın da farkındaydım. Ne saçma ve aptal bir şeydi şu an yaptığım. O yüzden emin adımlarla gökyüzüne doğru hızlıca yürüdüm. Yürüdüm ama merdiven bitince yine bir ikilemde kaldım. Acaba beklemeli miydim? Bekledim ya, valla.. Metronun gişelerinden çıktım ve duvardaki haritaya göz atıyormuşum gibi numara yapmaya koyuldum. İkidebir de arkama bakıyordum. Asıl olay oydu ve onu bu sefer kapalı alanda nedenini bilmediğim bir şekilde taktığı pembe bereyle gördüm. Evet pembe beresi beni bırakmıyordu sanki. İki seçeneğim vardı bana yakın olan sağ çıkış ve uzak olan ve belki onun da seçebileceği sol çıkış. Kızı gördüğüm an sağ çıkışa doğru adımlarımı attım ki onun önünde olmalıydım takip ettiğimi anlamasın. Ve bir süre arkama bakmadım ve umdum, sadece umdum. Ve merdivenlerde bir vanilya kokusu geldi, o yanımdan geçmişti. Bir iki adımını attıktan sonra bu sefer arkasına düştüm ve bütün bu süreç boyunca düşündüğüm "onla iletişim kur" düşüncesini kendi zihnimde bir daha süzdüm. Fakat bir türlü cesaretimi bulamıyordum. Benim yolum direkt olarak Kadıköy'ün içine girmekti ve yine o da oraya doğru yönelir de biraz daha zaman kazanırım diye umdum. Fakat bu sefer soldan sahilden gitti. Bu sefer de hem onla nasıl konuşacağımı düşünürken ona çok yaklaşmıştım hem yine iki seçeneğimiz vardı; otobüs veya vapur.. Otobüs olursa zaman kazanacaktım.. En son yaver gitmeyen şansım yine yaver gitmedi ve o vapura doğru yöneldi. İskelenin önünde ayakta dikili kaldım ve onun o güzel çantası ve beresini.. Beresinin önünden süzülen kahkülüyle yanlarında yalnız kalmış birkaç parça telini izledim. Onu izlerken gittikçe küçüldü ve sonunda gişelerden geçerek yok oldu. Hala arkasından gidip bağırmayı planlıyordum ki beni çağırmasını beklediğim telefon geldi ve bu da işime geldi kendi bu olaydan ve bu kızdan sıyırdım diye düşündüm...
Onun o cennet parçası yüzünden sonra gördüğüm bütün suratlar ifadesiz ve çirkindi.. gözleri bir japon balığınki gibi yusyuvarlak ve suratı da vampir gibi renksizdi. Kahkülleri kaşlarının yarısını kapatıyordu ve çok doğaldı. Acaba o kimdi? Keşke cesaretimi toplayabilseydim de konuşabilseydim ama beni terslemez miydi? eşsizdi... Sırtındaki çantası ve elindeki bilgisayar çantasın tut kıyafetlerine kadar değişik biriydi anlayabiliyordum..
Eğer kader bir daha karşıma çıkarırsa onu, umarım cesaretim beni yine yarıyolda bırakmaz diye düşünüyordum. Yine kendimi yüz üstü bırakmış ve hayal kırıklığına uğratmıştım. Ve şimdi pişmanlığımdan ve alamadığım (kesemediğim) gazımdan dolayı Kadıköy'ün ortasında durdum ve bunu yazıyorum.. Şimdi de eve dönme yolunda yürüyorum, iyi şanslar bana bu aşk meşk olaylarında.. saat 18.15.. Acaba cesaretimi toplayabilseydim bugün daha değişik ve özel bir gün olur muydu? Bu sorunun cevabını galiba asla bulamayacağım...


23 Kasım 2015 Pazartesi

Düşünüyorum..

Kapıların aralarından görebiliyorum azıcık ne olup bittiğini ama anlayamıyorum neler olduğunu.. Önümde 1 mühürlü, 2 kilitli ve 1 tane de kilitsiz ama adımlarımın gitmediği kapı var.. 4 numaralı, 'Mühürlü' kapıyı denedim ilk önce, açılmıyor.. bırak bi kenara onu.. şıklarım 3 e indi.. Bir tanesi zaten aralık, ışık sızıyor çizgilerinin başlayıp bittiği noktalarından ve boşlukta bıraktığı açılarından.. Ama niyeyse bir engel var önünde ve yetişemiyorum benden önce varacakmış gibi geliyor kapıya.. Bu kapının adı 'Fesli'.. Yanında ise 2 numaralı kapı 'Sözlü'.. Bol sözlü ve engelsiz.. önünde hiçbir engel göremiyorum ama kapının ardında ise uzun uzun bakmama rağmen bir ışık süzmesi bulamıyorum.. ve sıra geldi 3 numaralı kapıya 'Sesli'.. Çok hoş geliyor ismi bile.. içeriden bir kalabalık ve çok güzel bir melodi.. kapı kapalı olmasına rağmen kapının altındaki o ufuk çizgisinden sızan ışık, gözümü alıyor.. Ve düşünüyorum hangisini açmalı.. 1 zaten aralık istesem girebilirim, 4 zaten kapalı istesem giremem.. 2 ve 3 cazip ama.. ne yapmalı? Bomboş boşluğumda, tavana bakıp düşünüyorum saatlerdir ve.. düşünüyorum.. evet, sadece düşünüyorum.. birazcık daha zamana ihtiyacım var ya da hiç yok.. kararımı verdim ya da veremedim.. bunların cevabı lazım bana soru işaretlerin ardında, kayıp loş bir odada, bağıran bir ağacın dallarının ve yapraklarının altında.. Bu ağaç nasıl girmiş bu odaya? Düşünüyorum..

22 Kasım 2015 Pazar

O'nun Onlar'la Mücadelesi

Karamsarlığın doğurdu gözyaşlarımın arkasından gelen fırtına sesleriyle kapadım suratımı ellerimle.. Bir 'dehşet' vardı odada herkese elindekileri saplamaya ve istediğini yaptırmaya çalışan.. O soyut bakmıyordu hiçbir şeye.. Her şeyi olduğu gibi taraflı bakıyordu ve bunun kesinlikle farkında değildi.. Hayatta karşısına çıkanlar sonucunda hayalleri körelmişti ve iyi yönlendiremiyordu yönetmeye çalıştıklarını.. Ve yıpranıyordu yanındaki hevesli 'hayalperest'.. Dışarıdaki dünyada istediğini yapmak, yeteneğine göre yönlenmek istiyordu ve hapsolmak istemiyordu başkalarının onun hakkındaki düşüncelerine, ona göre şekillendirmek istemiyordu geleceğini.. Böyle giderse onun için yaşayacaktı hayalperest ve onun istekleri bitince başlayacaktı 'hayallerine'..
Katmanlar var yeryüzünde, ona göre.. eğer hiçbirini aşamassa kendi benliğinde, bu düşündükleri neyine.. onun da mı onlar gibi düşünmesi onlar gibi yaşaması gerek.. yoksa onlar yıprandıklarını örnek gösterip onun yıpranmaması için ellerinden geleni yapabilmeli mi.. onlar yıprandı diye o da mı yıpranmalı.. onlar yaptı diye o da mı yapmalı.. yoksa onlar artık onun gözünden mi bakmalı; hayata, doğaya ve 'geleceğe'..


10 Kasım 2015 Salı

Ayışığı Sonatı

Nasıl bir his biliyor musun? Böyle seni bir platoya bırakmışlar, ama upuzun, uçsuz bucaksız yeşil bir derinlik var yeryüzünde ve içinde süzülebildiğin, kaybolduğun bir mavilik var gökyüzünde.. Koşuyorsun özgürce, yüzüne hafiften bir rüzgar vuruyor ikinci adımında, ilk adımında aldığın güneşin ısısını serinletiyor anında.. Kollarını açıyor ve süzülüyorsun koştukça.. Uçuyor gibi, rüzgar seni sanki istediği yere götürebilirmiş gibi onun oluyorsun o anda, rüzgarın bir parçası oluyorsun o anda.. Ve derinleşiyor dalgalar.. Nereden geldiğini bilmediğin dalgalar ve yüzüne çarpan su zerreleri.. Daha da serinliyorsun hatta biraz üşümeye de başlıyorsun.. Sonra ayaklarında başlayan buz gibi bir serinlik takip ediyor o hissi.. Altında ıslak kum ve ayağının oluşturduğu ve senden habersiz bağımsızlığını ilan ettiği o küçük adacık oluşuyor saniyeler içinde.. Sen de işte oradasın.. Dakikalar, saniyeler önce güneşin alnında iken şimdi Ayışığının tam karşısındasın.. Sana gülümsüyor, etrafında evrenin verdiği yorgunluk ve yıpranmışlık pürüzleriyle Ay.. Duruyor tam karşında çok yakınında, uzansan onu hissedebileceğin bir yakınlık.. Ona doğru yüzüyorsun ve dünyadan uzaklaşıyorsun.. Haberin olmadan atmosferden çıkıyorsan.. Kim bilir kaçıncı katmanı alt ettin şu an.. Cildin pütür pütür oldu hatta kaybolmak üzere.. Vücudunu hissetmek istiyorsun, dokunuyorsun ve yıldızları hissediyorsun.. Göz ucuyla bakınca dünyayı, diğer göz uçlarında da diğer gezegenleri ve o hiçliğin ortasında sana ısıyı veren güneşi hissediyorsun.. Evet orada, devasa alev topu.. Ona doğru uzanıyorsun birazdan yetişeceksin.. Sana göz kırpıyor sanki.. Ona dokunmak üzeresin.. Ve bir anda parçalarına ayrılıyor moleküllerin, bütün pürüzlerin bütün bedenin bir kar tanesi gibi yıldızlarına ayrılıyor o derin boşlukta.. Bir bütünü tamamlamak için, seni ve bizi tamamlamak için.. Yıldızlar var sadece ve yine, etrafta.. Gezegenler ve güneş.. Ve bu sefer bunların bir parçası olan biz.. Yıldızlarız biz, güneşiz biz, ayız biz, dünyayız, evreniz.. O boşluğun birer hiçlikleriyiz biz, BİZ oluşturduk ve farkında değiliz.. Biziz, oradaki de biziz ve bunun farkında değiliz.. Yok oluyor, her şey çok belirsiz, bir karanlık çöküyor şimdi ve çok soğuk, zaman durdu sanki.. .. (Melodi biter) .. .. (Melodi yine başlar) .. .. Ve yine bir platoya bırakmışlar seni, uçsuz bucaksız, baştan başlayan 'Ayışığı Sonatı' ile..


Duygular Çöplüğü

Çöpçüyüm ben, duyguların çöpçüsü.. Elimde vanilya kokulu bir mektup ve gözlerimin önünde kim bilir bir ailenin yanmış, eski, artık neredeyse kül olan koltukları, paramparça olmuş aptal kutuları ve kararmış, anıları aydınlatan siyah-beyaz fotoğrafları.. Sim oldu pislikten kararmış parmaklarım.. Geceliğin gökyüzünde, yaşadığımız gezegeni fütursuzca kirlettiğimiz ve bu yüzden de tek tük gördüğümüz, tek tük olmalarına rağmen yokluğun içinden ışıl ışıl parlayan yıldızlar gibi oldu avucumun için.. Şimdi de gökyüzünde olmak, onu kirleterek soktuğumuz bu felaketten kurtarmak istedim.. ama buradayım, duygu kırıntılarının tam ortasında, onca kalp fısıltıları ile duygular çöplüğünde..

Fillerin, uğruna birbirileriyle boğuştuğu karanfil kokusu geliyordu burnuma, soğuk bir çölün ortasında.. Issız bir okyanusta ve derin bir çöplükte.. Şehrin dışındaki çöplükte, nece anılar ve yaşanmışlıklar var bu pis görünen hazinenin içinde.. Yaydığı koku içinde fillerin koşuşturması geliyor aklıma, karanfil kokusu ile..,


Yaprak Koleksiyoncusu

Bugün günlerden Sarı, sarı yapraklar toplamalı.. Büyük, ulu ağacın toprağın üstünde bıraktığı kök gibi olmalı. Ağaç onu orada unutmuş olmalı, o da bu duruma alışıp hayatını sürdürmüş olmalı.. Neler görmüş olmalı, neler yaşamış.. kaç kişi üstünden geçmiş, üstüne basmış.. Ayrı mı yaşamış onun gibi olan diğer köklerden yoksa bağlı mıymış.. Düşünmüş mü hiç ben neden dışarıdayım diye yoksa hiç kafasına bile takmamış mı.. Ne olmuş ona, neden dışarıda, neden yukarıda kalmış.. Yeraltındaki dünyayı ve yerüstündekini anlarmış, iki gözden de bakarmış.. kim bilir kimlerle tanışmış, kimleri tanımış da bize anlatamamış..




Bigmouth Strikes Again


Göz Yaşları Duyguları Taşır Mı?

Göz yaşları duyguları taşır mı? Evet, bence taşır.. Bir düşünsene, ağlayınca, üzülünce hatta sinirlenince bile göz damlaları süzülür gözlerinden aşağı.. Suratını kara gömmüşsün gibi serinletir seni bazen gözyaşları ve o kadar rahatlamış ve kurtulmuş hissedersin ki ağladıktan sonra..
Ama bazen, ah işte o 'bazen' gözyaşların o kadar biriktirmiştir ki duyguları, hücum eder kalbine, göğüsüne, zihnine, kollarından başlayan ve ellerinde sonlanan titremelerine, dizlerindeki tutuksuzluğa ve belki de durduramassın sonrasında.. Ağlarsın ya, ağlarsın ve durduramassın öylesine devam eder, bazen de nefesini keser.. Ama sonrasında oturur dersin "iyi ki ağlamışım".. Ya da demelisin.. Çünkü bir insan eğer nasıl tuvalete çıkma ihtiyacı duyuyorsa ağlama ihtiyacı da duyar.. Göz yaşlarındır o anki tek arkadaşın, yanındaki tek varlığın ve onlardır hakim olan sana.. Göz yaşları bazen hakim olmalı mıdır sana? Evet olmalıdır ki anlamalısındır tek üstün varlık sen değilsin, bu dünyaya kendince hakim olan daha birçok varlık da vardır.. Bunu bilirsin ama bir zamana kadar anlayamassın.. Ta ki gözyaşların zamanla sana bunu öğretene kadar..
Göz yaşları tutulmamalıdır, dökülmelidir hepimizin sahip olduğu o güzel gözlerden.. Niye tutarız ki zaten göz yaşlarımızı.. Ama sonrasında da mutlu olmalıyız; duygularımız boşandı ve bir kez daha bize hakim olmayı öğretti diye.. Aç müziğini, yaz şiirini, yazını, çiz resmini, izle dizini, filmini, yap bir şeyler yap ve yaparken de göz pınarların kuru kalmak istemiyorsa ve nefesin kesik kesik geliyorsa kulağına bırak tutma, ağla be insan.. Nedir bu kadar içinde tuttuğun duygular, vur da dışarı bir de kendin bak anlamını veremediğin duygu kırıntılarına.. Belki anlarsın o zaman nedenini ya da bulursun yapbozun eksik olan herhangi parçasından birisini..
Başka kimse anlayamaz seni, kendin dışında.. Ama elini tutabilir, sarılabilir, duygularını seninle paylaşıp seni güçlendirebilir bunlar da iyi hissetmen için gayet yeterli nedenlerdir..
Ama ağla be kim tutuyor ki? Kim görüyor ki şu an seni? Birikmiş duygularından kurtulsan ne olur ki, ne kaybedersin? Merak etme o duyguları kaybetsen de bir şey değişmez artık çünkü seni kötü hissettiriyor o duygular ve zamanla kalbini soldururlar.. Haydi ağlayalım hep beraber bu sefer, ne olacak ki..



9 Kasım 2015 Pazartesi

Umutsuzluk ve Düşünmek

Umutsuzluk,
Kumdan kalelerden kurulmuş bir imparatorluk gibi midir acaba?
Küçük bir çakıl taşının üstünde dengede durmaya çalışan bir kaya veya zamanla toprak olmak isteyip kum olan bir toz bulutu.. Fırtınalar mıdır toprağın üstündeki sert ve kuru tabakayı aşındıran..
Yağmurlar mı neden olur karabulutlara.. Yağmur yağmassa kara bulutlar oluşamaz mı acaba?
Hayat mıdır hayatın anlamı.. Bu kadar çaresiz mi kurulmuştur hayatın anlam kurgusu ya da sığ bir denizde boğulmak gibi mıdır düşünmek..
Nedir bu herkesin konuştuğu ve peşinde koştuğu 'Düşünmek'?.. Nedir bu heyecan ve alamet.. Kim kimi kovalıyor, kim kimi takip ediyor, kim kimi seviyor.. Kim kimi 'düşünüyor'.. Sen misin aşık olan o insan.. Bu kadar mı basit abi duygular ve düşünceler, bu kadar mı umutsuz ve çaresiz onlara sahip olanlar ve onları hissedenler..


8 Kasım 2015 Pazar

Uzayı Yaşamak İstedim Gökyüzünde

Uzayı yaşamak istedim gökyüzünde,
Bulutların üstünde, yıldızlarla birlikte..
Beyaz bir gecede yokladım karanlığı, gözlerimle,
"Nerede bu beyazlık?" diye..

Uzanmışım yağmurun üstüne,
Beyaz bir çorabım var,
Montumun cebinde..

Hareketsiz koşuyorum,
Yeşil dalgaların diplerinde..
Dalgalar tam başımın üzerinde..

Tenin ne kadar ince,
Bu kağıt ne kadar ince,
Duygular ne kadar ince,
Kalpler ne kadar ince..


31 Ekim 2015 Cumartesi

Aramızdaki Sinema #7

The Green Mile (1999) [Yeşil Yol dediğimiz]

"John Coffey bir katil değil, o bir melek.." Eğer izlemiş iseniz veya izlerseniz John Coffey ismini unutsanız da, ne zaman bu filmin konusu açılırsa "Hani siyahi, dev gibi bir adam vardı böyle milleti iyileştirip sonra ağzından sinek gibi şeyler çıkarıyordu..." muhabbetine girersiniz. Buna da kült diyoruz. Kültler bitene kadar bu 'kült' kelimesinden kurtuluş yok sanırım. Forrest Gump yazımda madem sözü geçti unutmadan bunu da arşivimize ekleyeyim dedim. Benim yine çok beğendiğim filmlerden biridir. Unutulmaz sahneleri ve karakterleri vardır. Karakterleri değil de 'karakteri'.. galiba.. Bir hapiste geçen geçer ve Tom Hanks bu hapsin sanırsam ki özel bir bölümünün gardiyanlığını yapıyor. Öyle pek de anlatılacak bir film değil, kesinlikle pişman olmassınız, iyi seyirler..

IMDb {8/10}
Çürük Domates
Patates
**Arka arkaya film serisinden çok koydum biliyorum, ama bu akşamı da 'film akşamı' olarak sayalım, sevelim.. Tamam bu kadar yeter, bugünlük bu sondu..**

Love Her Madly


Aramızdaki Sinema #6

Forrest Gump (1994)

"Run Forrest, run..." cümlesinin geçtiği filmdir. Diğer insanlardan farklı olan ve epeyi bir saf kalpli olan Forrest'ın şanslarla dolu ve heyecanlı hayat serüvenini anlatıyor bu film. Farkındaysan 'Aptal' demedim "Diğer insanlardan farklı olan..." dedim çünkü kendisine aptal denilmesini hiç sevmiyor. Tom Hanks'in en iyi filmi diyeceğim.. Kendi film dünyamda Tom Hanks'in oyunculuk ve film açısından 'Green Mile' ile 'Forrest Gump' arasında giderim.. İkisini de çok severim ama sanki bu filmde oyunculuğunu daha çok konuşturuyor. Eğlenceli, istemeseniz de yüzünüzde bir tebessüm bırakacak bir film. 6 Oscar az değil, bu da kült olarak sayılıyor. Pişman asla olmassınız izleyin.. Geçen bir daha izlerken filmde "The Doors - Love Her Madly" çaldığını duyunca daha da içim ısındı filme, iyi seyirler..

IMDb {8/10}
Çürük Domates
Patates

Iris

*'City of Angels' sahneleri geçiyor bu arada.. Beni dinleyip izlediyseniz veya önceden izlemiş iseniz anlamışsınızdır.. Ya da ikisi de değilse ve beni de dinlemediysen, bir dahakine göndermelerden, atıflardan geri kalmassın.. Çok da iyi tehdit savururum.. ha! (Tehdit sayılıyorsa tabi)

Aramızdaki Sinema #5

One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975) [Guguk Kuşu dediğimiz]

Hallice zeki bir adamın yaptığı zırvalıklardan sonra kurtulma yolu olarak gördüğü akıl hastanesine, kafadan tırlatmış rolü yaparak girmesiyle başlıyor film. "Jack Nicholson'ın Jack Nicholson olduğu filmdir bu ağabey ya!" dedikleri bir filmdir. Kült mekanizmasında yerini alan ve izledikten sonra akılda kalan bir film olarak tarihe adını yazmıştır. Fakat, orijinal adını orada burada söylemeye çalışınca bir türlü tam adını hatırlayamayıp baştan atmaya başlayarak en sonunda "Guguk Kuşu işte ağabey, Jack Nicholson'ın Jack Nicholson olduğu film nasıl bilmessin?" cümlesiyle film sohbetinin o bölümünü bitirdiğiniz filmdir. Sahşen ben beğenirim bu filmi ve karakterler olsun, kıt düşündüğünüz bir konuyu renklendiren bir film olsun izlenilmesi gerektiğini düşündüğüm filmler arasındadır. İzledikten sonra Kızılderililere olan bakış açınız iyi yönden değişebilir ve iri aradamlardan biraz korkmaya başlayabilirsiniz, iyi seyirler..

IMDb {8/10}
Çürük Domates
Patates

                                                       

Guguk Kuşu

Geldim, buradayım,
Ama sen yoksun..

Guguklu saate bakıyorum,
Her saat başı boynu bükük kuşun...
Titriyor ahşaptan bedeni,
Diken diken olmuş tahta tüyleri,
Seni arıyor gözleri,
Ama sen yoksun..

Görünmez bastonum ve ben emekliyoruz ufuk çizgisine doğru,
Ve tutmaya çalışıyoruz yakamozu,
Güneşten kopan bir kıvılcım ordusu,
Seni arıyor gözleri,
Ama sen yoksun..

28 Ekim 2015 Çarşamba

Aramızdaki Sinema #4

City of Angels (1998) ["Melekler Şehri" dediğimiz]

Başta babamın bir klasiği olan sonradan da benim çok hoşuma giden filmlerden biridir. Film öyle çok çok iyi olmasa da felsefesi ve sahip olduğu fikir benim hoşuma gidiyor. Babamın teorisi ve bu filmden sonra ben kendimi gayet iyi ve yeni bir şeylerin farkına varmış hissetmiştim. Umarım sen de beğenirsin..
Baş rolleri Nicolas Cage ve Meg Ryan'ın paylaştığı adı üstünde melekleri konu alan bir filmdir. Meleklerin bilmediğimiz ritüelleri ve yaşantıları.. Biz nefesimizi alırken onlar nerede acaba? sorusuna aklımıza gelebilecek birkaç cevabın kurgu haline getirilmiş bir sinema yorumudur. Bu kadar övmemden sonra beğenmemeniz olası çünkü anlaşılan oysa ki izleyenlerin çoğu hiç benim ve babam kadar etkilenmemiş.. IMDb'de 6,7 puan ve 54 Metascore.. Yani filmi bilmesem ve gezinirken karşıma çıksa merak edip yüzüne bile bakmam ama tavsiye de edeceğim şimdi..
IMDb {8/10}
Çürük Domates
Patates
*Bu arada bunu da not olarak düşeyim, çürük domatese yazımdan önce hiç bakmamıştım.. Dedim ya izleyenlerin çoğu görünüşe bakılırsa beğenmiyor falan diye.. çürük domates onu yalanlıyor %82 oranında beğenilmiş.. Hadi iyi seyirler :)

ELIF {A-Leaf}

Sonbahar geldi ve yapraklar kahverengi.. Koptu dallarından yaprakların, o hayat dolu ağacının. Süzüldüler gökyüzünde ve geçtiler güneşin önüne, gösterdiler kim daha yüce. Bir özelliği vardı bu yaprakların. Dökülmelerine, ağaçtan kopmalarına rağmen yere düşmüyorlardı. Süzüldüler güneşin doğmasından denizin o çarşaf teninin Ay'ı görmesine kadar ve sürdü bu asırlarca. Yapraklar artık bir gövdeye, bir bedene bağlı değil özgür ruhları, özgür ruhun artık. Uyandın bu rüyadan artık..

Babamın bir teorisi vardır.. Hepimizin bir rüyada olduğunu söyler. Diğer dünyada(asıl olan dünyada) bazı şeyleri başaramadığımız ve 'defolu'lar olarak bu dünyaya yollandığımızı söyler. Düşününce defoluyuzdur aslında. Bazı şeyleri öğrenmek ve aşmak için yaşıyoruz bu kısa hayatı. Evet, kısa hayatı.. Bizim için gayet de kısa ve küçük bir dünya olduğunu söyler hep ve bazılarının da bu dünyada öğrenmesi gerekenleri erken öğrendiğini o yüzden erkenden uyandıklarını söyler. Ne güzel, ne ütopik bir düşünce dimi? Ben de babamın bu fikrinin, bu teorisinin her zaman arkasındayım. Şu ana kadar duyduğum en yaratıcı ve ütopik teorilerden biri bu.. İnanması çok kolay ve hayatı da daha kolay kılıyor.

Evet, bu bölüme er ya da geç gelecektik canım arkadaşım, dert kardeşim, kahkaha ortağım ve saçmalama uzmanım. Kahkaha ve bağırma uzmanlığını zaten hala elinde tutuyorsun hiç kimse de geçemeyecek hiç merak etme.. Son birkaç yıl biraz acılarınla olsun zorluklarına olsun geçirmeye çalıştın. Ama ben eminim ki sen hemencecik melek olmak istedin. Sabırsızdın zaten belliydi böyle bir delilik yapacağın. Hatırlıyor musun, Tikin vardı seni dürttüğümde bir çığlık atardın bütün okul bütün dünya sarsılırdı hatta herkes dönüp bize bakardı.. Zaten konuştuğumuz o acaip, iğrenç ve başka kimseyle konuşamayacağım şeyler aramızda kalıyor merak etme.. Beraber hayallerimiz vardı.. "18 olalım Amerika'ya gitcez..", "Hadi artık 18 olalım da gidelim.." Bak oraya gidince şunu yapcaz bunu yapcaz falan filan işte ya.. Senin ardından ne saçmalıklar döndü bir bilsen.. Yarılarak gülerdin.. Yok işte neymiş efenim, bize bunu (sen) niye yapmışsın.. Arkadaş o nasıl cümle hiç anlayamadım.. Bir insan diğer insana böylesine bir kızgınlık yaşar mı.. Yani böyle bir durumda, hiç anlam veremedim ya da bu insanların çoğunun kıtlığından herhalde diyip sinirlendim ama merak etme kimseye püskürmedim belki de ilk defa şu an püskürüyorumdur, o da azıcık.. Sonra sosyal medyayı görecektin.. Seninle alakası olan olmayan sevdiklerin, küstüklerin, o kadar da hoşlaşmadıkların.. Hepsi seni paylaştı.. Beraber oturur gülerdik görseydin.. Dur bir dakika, zaten görüp çoktan gülmüşsündür ki sen.. Baya sinirlerim oynamıştı ilk zamanlar ama şunu da belirtiğim senin de bildiğin gibi ben de bir paylaşımda bulundum bu da ikincim.. Sana bir beste yaptım.. Daha doğrusu başladım ama bu yazıyı yazmaya nasıl bir türlü kendimi hazır hissetmediysem, ona da hiç hazır hissedemedim.. Onun da bir gün zamanı gelecek diye düşünüyorum.. Kafama koydum mu yaparım bilirsin.. Neyse, sınıfta ne azardık ama dimi,. Habire bu kelimeyi kullanırdın, ben de "aa azmak mı o ne biçim kelime len" derdim, gülerdik..
Şimdi açıkça konuşacağım çünkü sinir olursun dönüp dolaştırırsam lafı.. İlk duyduğumda perişan olmuştum kendime kabul ettirememiştim ve inanmamıştım.. Birkaç gün kendimi kapadım eve.. Tamam özür dilerim, aptallıktı.. Sonra ama hatırladıkça hep güldüm be güzelim.. Telafi ettirmişimdir kendimi herhalde.. Umarım kızmıyorsundur bana yukardan.. Ya zaten sen hiç kızarmısın böyle bir şeye işte biliyorsun beni düşünmeden hareket etme, konuşma huyumu, bunu yazıya da son hız, muazzam bir şekilde döküyorum.. Belki de şu an bunu yazarken beni izliyorsun bana uzanıyorsun ama unutma bir tek sen görebiliyorsun.. O yüzden bir şey söylersen de takmamazlık edersem kızma..

Tamam yersiz şakalarım ve cıvımalarım hala var gördüğün gibi.. Annenle de sık sık konuşuyoruz.. Hep iyi mi, sağlığı yerinde, bir derdi var mı, ablan nasıl diye soruyorum.. Babanı soruyorum.. Şu an gayet iyi hiç aklın kalmasın.. Gerçi sen zaten görüyorsundur niye söylüyorsam.. 14 bana biraz erken gelse de senin için gayet yeterliydi herhalde. Uykudan uyandın madem biraz keşfet oraları.. Ben gelince beni bilgilendirirsin.. Bizim dünyamızda benim için daha uzun bir süre var ama işte orada burada yazanlara göre zaman olayları falan var ya hani. Tabi şimdi anlaşılmadı kurduğum cümle.. Aynı değillermiş ya.. İşte burada bir ömür orada 1 saat mi 1 gün müydü.. Öyle teoriler var.. Eğer yanılıyorsam(ki sanmıyorum), öyle şeyler yoksa da depresyondaymışım gibi anlaşılacak alakası yok.. Sana yapacağım en büyük kötülüklerden bir olurdu herhalde..

Seni çok seviyorum can dostum, biricik dert ortağım.. Ne yazsam ne desem sığdıramıyorum satırlara çünkü yetmiyor kelimeler, durduramıyor yazmamı.. Melek, arada göz kırp da anlayalım bizi izlediğini.. Gerçi kırpmasan da biliyorum izlediğini o yüzden zor geliyorsa boşver ben buralarda bir yerde olduğunu biliyorum. 'City of Angels' ve Babam şuurumu açtılar biraz, daha iyiyim, çok daha iyi..

Artık bir melek olduğuna ve her şeyin iyi gittiğine inandığım için klasik laflardan etmeyeceğim.. Huzurlu, mekanlı, cennetli falan filan işte.. Sen kendine iyi baktığına emin ol bize yeter de artar.. Eğer teoriler doğruysa 1 saat sonra en geç yarın görüşürüz..

24 Ekim 2015 Cumartesi

Değişmez ki Duygu ve Düşünce [Czchabalhama]

Duygular ve düşünceler değişse de, görünen yüzeyde,
Değişmez aslı en dipte, en derinde sağlam kalır temelde,
Saklı kalır ağacın kökünde..

Eğer bu duygu ve düşünceleri iyi biliyorsan,
Değişmez fikirlerin küçük hamlelerle..
Eğer tanıyorsan o gezegeni,
Bir hareket yetmez gezegeni karanlığa çekme nedeni bulmana..

Dediğim gibi aldım tahta parçalarımı ve yelkenimi açılıyorum denizlere.. Önceden sanardım ıssız denizler var genelde.. ama o kadar ıssız değilmiş hiçbir deniz, hiçbir deniz birbirinden o kadar farklı değilmiş.. Bu teknem batsa da tutunacağım, paramparça olurken bıraktığı parçalarına.. Eminim tutar bu parçalar beni suyun üstünde.. Umarım demeyeceğim çünkü güvendiğim parçalar bunlar.. Beni gerekirse karaya kadar sürükleyecek, ıssız kalırsam deniz ortasında beni yalnız bırakmayacak parçalar bunlar.. O yüzden teknemin parçaları oldular ve hep yanımdalar..
"Czchabalhama" efsanesini bildin mi?
Bir diyarda ermiş ve büyüleyici bir varlık varmış ve adı 'Czachabalhama'ymış, insanlar ona kısaca 'Czchaba' derlermiş. Ne derdin varsa gider Czchaba'ya başvururmuşsun.. O senin yanında durur ve anahtar gibi çoğu kalbin kapısını açmana yardım edermiş.. Bu diyarlar ve asırlar boyunca taşınmış ve Czchaba'nın şöhreti epeyi bir yayılmış. Dillere destan, her masala her hikayeye konu olmuş.. Duymayan kalmamış. Bir zaman sonra artık herkes biraz da olsa 'Czchaba' ya ihtiyaç duymaya başlamış. Czchaba bir yol gösteren bir felsefe düşüncesi olmuş.
Benim ve Senin,
Eğer bu duygu ve düşünceler içerisinde hissediyorsak 'Czchabalhama' ya ihtiyacımız var. 'Czchaba' olmadan hiçbir şey elde edilmez, hiçbir şey düşmez gökten ayağının ucuna ve hiçbir zaman gerçekten ötmez guguk kuşu sabahları, sen yatağında ama düşünceler başka bir yerde olunca..
Lütfen artık akıtma göz yaşlarını 'Czchaba' eski günleri hatırlayacağız yakında ve özlem gidereceğiz sonunda.. Ve bana eminim çok yardım edeceksin bölümlerden oluşan hikayemin ilk bölümünde.. Sonunda teşekkür edeceğim sana.. Tamam sabırsızlanma yakındır, görüyorum karayı galiba.. Sana ihtiyacım var 'Czchaba' nereye sakladıysam çık artık bu bölüm sürmez böyle, bitmeyecek burda..
**Zorunda değilsin 'Czchabalama' ya insan, istemiyorsan 'Czchabalama'..**



20 Ekim 2015 Salı

Sessiz Ritimler, Notasız Melodiler #4

Kings of Leon(KOL)
En sevdiğim ilk üçe giren Kings of Leon grubu Grammy, NME Award ve Brit Award ödüllerini kazanmış, 2000'de kurulan, Nashville, Tennessee asıllı, ABD kökenli bir rock grubudur. Grup; üç kardeş olan, Caleb Followill (d.14 Ocak 1982) (vokal / ritim gitar), Nathan Followill (d. 26 Haziran 1979) (davul/geri vokal), Jared Followill (d.20 Kasım 1986) (bas gitar/geri vokal) ve kuzenleri Matthew Followill 'den (d.10 Eylül 1984) (gitar / geri vokal) oluşmuştur. Evet, bir aile grubu belki müthiş uyumlarını da bunla açıklayabiliriz..
Grubumuz ilk başta Southern Rock ve Blues tarzlarıyla adımlarını atarlarken sonrasında Alternative Rock ve Garage Rock (arena rock sound) tarzlarına geçiş yapmışlardır. Bir sürü ödüller, başarılar, şan, şöhret falan filan derken geçelim bu kabarık listeyi ve müziklerine gelelim. Grubun 6 albümü var..

Youth And Young Manhood (2003)
Favorilerim: Red Morning Light - California Waiting - Happy Alone - Joe's Head - Spiral Staircase - Molly's Chambers - Genius - Holly Roller Novocaine

Aha Shake Heartbreak (2004)
Favorilerim: Milk - Soft - King of the Rodeo - Slow Night, So Long - Taper Jean Girl  - The Bucket - Razz

Because of the Times (2007)
Favorilerim: Knocked Up - Charmer - Arizona - Black Thumbnail - McFearless

Only by the Night (2008)
Favorilerim: Sex on Fire - Closer - Use Somebody

Come Around Sundown (2010)
Favorilerim: Pyro - Mary - Back Down South - The Immortals - Beach Side - No Money

Mechanical Bull (2013)
Favorierim: Supersoaker - Don't Matter - Comeback Story - On the Chin - Wait For Me



Melancholy Man

                                                                                                                     **Tamam kabul ediyorum..

18 Ekim 2015 Pazar

Youth


O Gün

O gün gelecek mi bir gün
Bu günlerin hatırı, getirecek mi o günleri...

Güneş doğacak mı bir yerden
Yoksa en karanlık sabahımda mı parlayacak

Gelecek mi o gün
O gün dediğin o gün
Getirecek misin o günü
Zamanı hepimizden hızlı çekiştirerek

Selam verecek misin 'Ay Dede' ye
Yoksa o sadece senin için bir 'Dede' mi, 'Ay' yerine
'Ay'lar sonra mı gelecek o gün
Yoksa güneşler sonra mı..

Ya da en kötüsü
İnecek mi o güneş, 'o gün' gelmeden, kalbime
Israr mı edecek o günü getirmemeye
Yoksa sen mi istiyorsun, lafı heceleme..
Hiçbirşeyleştirme!

Uzayımdan Bir Parça #1

Bugün odamda otururken ne kadar da fazla ve gereksiz 'şeylere' sahip olduğumu ve uzun bir süre olanları da atmadığımı fark ettim. Sonra müziğimi açtım ve bir süre teker teker bu cisimlerin bende bıraktığı anıları düşündüm. O kadar fazla var ki.. Düşündüm ve buraya yazmaya karar verdim.

Sonsuzluğun Anahtarı (Bir fikir edinmek istersen bas)
Seneler önce Mısır ülkesine gitmiştim.. Gayet küçük olduğum için çok da bir şey hatırlamıyorum doğrusu fakat piramitleri nasıl unutabilirim.. Piramitleri oluşturan o taşlardan bir tanesinin bile ne kadar devasa olduğunu hatırlıyorum. Bazı piramitlerin dışından belirli bir yere kadar tırmanılabildiğini de hatırladım şimdi. Hatta bir tane özel bir oda vardı sanki. Sayılı insan alıp, çıkarıyorlardı. Böyle yerin dibine kadar merdivenle iniyordunuz ve çok gizemliydi. Beni almadıklarını fakat bir sürelik bi ısrardan sonra ikna ettiğimizi hatırlıyorum. Aşağıya doğru inerken nefes almakta zorlandığımı ve karanlık olduğunu sanıyorum ki pek hoşuma gitmemişti.
Her neyse onun dışında havuzda tanıştığım birkaç arkadaşım ve hediyelik eşya dükkanından (neden bu dükkana öyle derler hiç anlayamadım.. Hediyelik eşya tamam ama kendime alırsam da kendime mi hediye almış oluyorum. Ki ayrıca hediyelik deyince kendime de bir şey alasım gelmiyor, hep birilerine bir şeyler almak istiyor canım..) aldığımız birkaç hediyelik dışında hiçbir şey hatırlamıyorum. O hediyeliklerden biri de oranın yerlilerinin adını 'Sonsuzluğun Anahtarı' koyduğu ve kutsal olarak kabul ettikleri cisim. Üstünde hiyeroglifik şekiller ve tam kafasının üstünde de bir delik.. Anahtarlığıma takarım diye mi acaba.. Bu odanın neresinde diye sorarsan.. Duvarlardan birinin üstündeki mantar panosunda bir raptiyeyle çakılmış duruyor. Raptiye de sarı.



15 Ekim 2015 Perşembe

Bir ' ' Hikayesi Bu

Bir '     ' hikayesi bu, belirsiz yerlerde beliren, eşi olduğu konusunda düşünmeye zorlandığımız fakat eşsiz olan, akarsularda biten suların inadına hala güzelliğinin şiddetini içinde saklayan, mükkemel hakimiyetini insanların yüzünü güldürmek için bozan ve hiç yorulmayan, bıkmayan, usanmayan 'SEN'. Evet, sen.. Başka kim? Ben? O? Biz? Siz? Ya da hiç kimse, belki de sen de değilsin.. Saklı oralarda bir yerde dünyanın yüzeyinde. Birkaç yaprak birkaç dal parçası altında. Belki de şu an ayağının altında. Eğer öyleyse bak haline, böyle bir güzellik gelmiş nereye.. Ne yapmışsın ona böyle.. Yerde hem de ayağının altında daracık bir hücrede.. Böyle mi yapılmalı sevenlere ve meleklere.. Belki de bundan sonra tepende olur düşündükçe..
Bir 'yıldız' hikayesi bu, belirsiz yerlerde beliren ve seni mutlu eden..


Milk


Aramızdaki Sinema #3

"El laberinto del fauno" (2006) [Pan's Labyrinth, Pan'ın Labirenti dediğimiz]


Bir kız ve fantastik bir serüven. Yatak altında ne var? O gözler de ne? Ağacın içi çok yapışkan.. evet izlediysen anladın. İzlemediysen de çok geç değil bir buçuk saatlik bir serüvenden sonra sen de anlayabilirsin. İspanya, savaş dönemleri falan filan ve küçük bir kızın müthiş dünyası ve yaşadığı onca gizemli şey. 3 Oscar'dan bahsediyoruz ve en sevdiğim filmler arasına girebilen bir şaheserden söz ediyoruz. Sizi bilmem, seven harbi sever sevmeyen nefret bile eder. Ama tavsiyem olsun izleyin. Denilecek çok şey yok 8,2 diyor, Pan diyor, Labirent diyor, merak uyandırıyor.. Merak uyandırmasa da şu an "ulan acaba reklam mı yapıyor" sorusu yanıp sönüyor. Hayır tabiki de reklama yer yok burda amma sevdiğim eserleri de övmeden geçmem arkadaşım. İzleyin. İyi seyirler, iyi serüvenler..

IMDb {9/10}
Çürük Domates
Patates

Empati

Yaşarsın hayatını; nefes alarak, gözlemleyerek, kalbini, beynini ve ayaklarını kullanarak. Dimi? Ve yaşarken bir ara mutlusundur o hayattan. Acımasız olabilir insanlar. Acımasız olur insanlar. Acımasızdır insanlar. Onlar bilmese de alabilirler mutluluğunu kafandan. Bilerek alırlar, koyarlar yerine mutsuzluk dediğimiz besini ve beslenir büyürsün güçlenirsin onunla. Bir sürü iyilik yaptıktan sonra yaptığın bir saçma hatayla düşürürler seni yere kalamassın ayakta ve koruyamazsın kendini tekmelerden bir zaman sonra. Ve olmadığın halde oldururlar seni 'pislik çukurunda'. Kendini öyle rezil öyle kötü ve pis hissedersin ki en kötü insan yaparlar seni bakışlarıyla ve mağdurdur onlar, her zaman. Evet, belki de nefret edersin kendinden.
Ben etmem kendimden nefret falan..
Şimdi, tek isteğim ve düşüncem, bir kere olsun 'empati' denilen şeyi deneyin. Ya ne olursa olsun karşınızdaki nefret bir şey yapmamışsa kendinizi onun yerine koyun. Ama gerçekten düşünün sinirin ve öfkenin size verdiği hararetle düşünüp de yaptığı şeyi nefret haline getirmeyin. Hayır ama lafın gelişi değil, gerçekten.
Ne yapabilirim ki.. Ne gelebilir ki elimden.. Birkaç konuşmadan, birkaç özürden sonra.. NE gelebilir ki elimden? Kendini bir benim yerime koy bu kadar hatanın içinde yukarıya yüzüp boğulmamak için boğuşurken, sen söyle, ne yapabilirim ki ben? Sen olsan bu durumda ne yapardı acaba? Ne gelirdi elinden, yaşasaydın benim gözümden? Bir hatamı çözememişken başka yenileri gelirken nasıl çırpınabilirim ki ben... Bırak, izin ver.. Bari sen yardım et biraz. Yücelik sadece bağırmak çağırmak ya da karşı çıkıp kızmak değildir.. Yüceliğini göster bu sefer sen çöz durumu, herkes gibi bana bırakma.. Eğer bunu becerirsen, asıl yüce olan sensin o andan itibaren ve ben olacağım güçsüzleşen..

Yapma, biraz koy kendini benim yerime ve gözlerimden bakmaya çalış düşüncelerime..


9 Ekim 2015 Cuma

Yağmur Adam Ağlayınca

Mutsuzluk kadar güzel,
Mutluluk kadar çirkin olan göz yaşlarında,
Ve boynu kırık sokak lambasının altındaki "Yağmur Adam" da..

Gidip duramazsın istediğin yağmur bulutunun altında,
Hareketsiz kalırsın olaylar zincirinin ortasında,
Ve susarsın..
Susarsın, yağmurun altında..


Sen dağıtırsın,
Su toplar arkandan..

Islanmak istersin kuru kalırsın,
Kuru kalmak isteyince ıslanırsın,
Yağmur altında ağlayınca..

Ağlayınca,
Senin dünyanda,
Fırtınalar kopar,
Yağmurlar yağar..
Ağlayınca,
'O'nun dünyasında,
Yeraltında kalır bu yağmurlar,
Yeraltında oluşur damlalar..

Ama kuru kalmaz pınarlar,
Şu uzun zamandır kayıp olan pınarlar..

Bırakıyorum artık yağsın yağmurlar..



Şimdi de 'Sen' mi?

Habire oluşturuyorum 'sizleri'..
Şimdi de 'sen' mi?..

Kelimelerimde, sözlerimde..
Hep varsın bir yerlerde..

Ufacık bir belirmenle,
Susuyor bütün gezegen ve bekliyor,
Ne yapacaksın diye..
Ne diyeceksin,
Belki de bir şey isteyeceksin,
Ya da
Belki de sadece gözlemleyeceksin,
Çevreni..
Etrafındakileri,
Ne olup bittiğini,
Ve istediğinde çekip atacaksın okunu,
İstediğin birine,
Ve senin olacak günün birinde..
Senin için bu kadar kolay işte,
Gözlerinin ucunda bir ok ve okun ucunda sadece bir kelime..


2 Ekim 2015 Cuma

Le Vent Nous Portera


Senin Sanatın Var Galiba Duygularımda






Gözlerin..

Ah var ya o gözlerin,
Topraktaki kum gibi belli belirsiz
Ve kayboluş var içinde..
Denizin olmak,
Uzayında nefessiz kalmak istiyorum,
Uçmak, süzülmek istiyorum rüzgarında
Tenime vurunca içime çekmek istiyorum kokunu,
Ve sonsuza kadar saklamak..

28 Eylül 2015 Pazartesi

Düşen Astronota El Uzatılmaz Mı?





Düştüm zaten yere,
Bir de sen vur üzerine,
Acıma, düşünme, hiç üzülme..
"Hadi vur bana, vur bana,
Tam suratımın ortasına,
Sanki önceden hiç vurmamışsın gibi.."


Purple Haze[L]


Maskeliler ve Maskesizler [Yeni 'Duygu ve Düşünce'nin Doğuşu]

Maskeliler ve Maskesizler
Tükürüyorlar 'O' çuvala..
Savaşıyor düşünce çizgileri gökyüzünde
Tek bir gökküşağının merkezinde..

Çuval olmasa,
Nereye tüküreceksin?
Öfkeni bir kenara koysan,
Neyle besleneceksin?

Özgürlüğün arttıkça sorumlulukların artar,
Sen hala daha fazla özgürlük istiyorsun,
Aç gözlülük yapıp bunları görmezden geliyorsun..

Kalbinin altında bir deniz kıyısında
Ya da
Kalbinin üstünde herhangi bir göktaşında
'Uzay' var yanında,
{Serin.. Sakin.. ve Sessiz..}
Yalnız olduğun tarafta..

Uzay Hep Yalnızdır,
Dursun aklının bir köşesinde,
Didikle her seferinde,
Doğsun yeni 'Duygu ve Düşünce'..

*[Dursun mu düşünce?
 Saklansın mı orda bir yerde?
 Çıksın mı istemsizce, sen istemediğinde?
 Çıkmasın mı ya da sen "gel" demediğin sürece?
 Saklı bunların cevabı, dört soru işaretinde (?) ..]*


27 Eylül 2015 Pazar

Armigo

Sen bildin kendini kardeşim,
Birkaç sene önce gittin buralardan ama unutulmadın bunu bil. Bir gün olur da okursan burayı diyeceğim ama okuyamayacağından eminim çünkü işlerin baya bi karışık olduğunu da biliyorum. Eğer bu uzayda sana yer vermeseydim, en iyi arkadaşım, can dostuma yer vermeseydim olmazdı. Aradan upuzun bir zaman geçti ve evet biliyorum belki de unutmuşsundur beni. Ama ben seni untumam kardeşim, hiç de unutmayacağım. Küçüklüğümün, çocukluğumun canısın sen nasıl unutabilirim ki. Böyle yazınca ölmüşsün gibi oldu ama yapcak bir şey yok biz de böyleyiz arkadaş.. Sizin evin girişinde benim iki kolonum senin iki kolonun vardı hatırlıyo musun ve bunalr bizim kalelerimizin direkleriydi.. sana geldiğimde sabahlara kadar oynardık plastik bir topla kendi stadyumumuzu kurar turnuvalar yapardık.. nasıl bir hayal gücü artık.. onun dışında şu güreşen adamları çok severdim unttum sanma ve süper kahramn koleksiyonun efsaneydi. Habire oyuncaklarına bir yenisini eklerdin ben de ondan faydalanır oynardım. Beraber şehir kurardık abi hatırlıyo musun? Saatlerce ama saatlerce oynardık.. Her şeyi ilk sen alırdın ben de merak ederdim niye.. Artık merak etmiyorum biliyorum ama olsun ben seni sen olduğun için seviyorum.. Küçük boyun çıtlatma ve göz kırpma tikini de unuttum sanma.. ve hep merak etmişimdir benim ailem bana hiç oyuncak silah almazken sen de niye bu kadar çok var diye.. Artık onu da biliyorum ama onlarla da epey bi eğlenirdik hatırlarsın.. Film sahneleri canlandırır ciddiye alır, vurulunca ölürdük.. puan toplardık.. Kimseye söylemeden gittiniz, ve birkaç gün sonra ben sizin evinize gittim bunu bilmiyosun tabi.. Ve ev bomboştu bir tek eşya bile yok kapısı aralık.. fırtına esip geçmişti sanki.. geri geleceksiniz diye sana sahildeki bir seyyar satıcıdan bileklik almıştım kardeşlik bilekliği diyerekten de ad vermiştim.. ama gelmedin ben de onu attım galiba şimdi nerde bilmiyorum.. Armigo saçları kazıtmışsın artık kaç numara bilmiyorum ama baya kısaltmışsın biraz kilo vermişsin sanki hep isterdin vermek.. böyle bi psikopat tipine bürünmüşsün kardeşim.. Bunca yazıdan sonra unutma ben seni hayatın için veya çevren için sevmedim, ben seni sen olduğun için sevdim ve olanların hepsini bilseydim de severdim.. Kendine iyi bak kardeşim, can dostum, 'Armigo'..


15 Eylül 2015 Salı

Uzaydan Dünya'ya Mor Sisli Mektuplar #1

O zeytin gözlerinde bulamadım kendimi ilk bakışta. Kayboldum içinde, açıldım başka denizlere. Uzun süredir dudaklarının birleşip çıkaracağı o kelimeleri bekliyordum, sesini duymuyordum. Seninle vakit geçirmiyordum. Anlayamamışım birlikte geçirdiğimiz vakitlerin değerini. Şimdi anladım biliyor musun? Beraber dertleşmelerimizi, inatlaşmalarımızı, tartışıp birbirimize poz yapmamızı..(hatta poz bile değil uzun bir süre de konuşmuyorduk, ama gerçekten uzun) Belki de sana herkesten farklı davranmam bundandı.. kalbimin heyecanındandı ve belki de senin bana kalbini hiç açmayacağını bildiğimdendi.. Ya gerçi hala öyle hissediyorum. Bir de ben böyle şeyler pek paylaşmam biliyosunuz ama bu düşüncelerimi bir yerlere dökmessem içimde kuruyup gidecek ve kalbimi de kurutacak zamanla.. Her neyse bugün uzun zaman sonra tekrar konuştuk tekrar gördüm dudaklarının hareket edişini. Tekrar gördüm gözlerimin içine bakıp gülümsediğini. Sincap derdim sana. Ordan oraya koşuşturmana, yersiz çıldırmana.. millet içinde yaptığın saçmalıklara.. hep eleştirdim uzak durdum.. değerini bilememişim işte.. Biliyo musunuz sayın seyirenler, ben bir süredir büyük hatalar zincirinde kayboldum gittim. Hata üstüne hata, hata üstüne hata.. Ama çok da şey öğrendim.. belki de öğrenememişimdir ama şunu biliyorum ki yaptığım her şeyin, kendi zamanında bir nedeni vardı ve bunun için pişman değilim. Yaptığım hatalar ve bana verdikleri meyveler olmasa zaten ben şu an zihnimi böyle belki de besleyemeyecektim. Sahilde saçına rüzgar vurunca, yukardan güneş parlayıp gözlerini kamaştırınca ben seni hep izledim.. Başka yerlere baktım fark ettirmedim, belki de çok belli ettim ama sen ben üzlmeyeyim diye söylemedin. Yaparsın sen öyle şeyler. İyi kalplisin kendinden fazla diğerlerini düşünürsün ya. Benim için de yaptın elinden geleni, belki yeterli değildi belki de aynı duyguları paylaştığımız için bana yeterli gelmedi. Bitmesin dedim o gün. O telefon çalmasın gitme. Bakalım denize sabaha kadar o güneşte, o sesle, o gülüşle, o duygular ve düşüncelerle.. Yapmamam gerekiyodu biliyorum ama yapmassam da öğrenemiyorum. Ya ben galiba... ... ... ya da neyse.. ama keşke.. O gün sen bana balon vermiştin ya, bağlamıştın bileğime.. o düğüm hiç çözülmedi, doldu sevginle belki gözlerinle... o balonlar çoğaldı be prenses, sen anlamışsındır zaten herhalde şu ana kadar.. ama boşver aramızda kalsın, kimseye söyleme.. gel bir gün kulağıma fısıldayarak söyle, balonu özgür bırak de.. ben anlarım herhalde ama o zamana kadar balonlar bileğimde. . .


Uzaydan Dün'yaya' Göçenler.. [Uzay Hep Yalnızdır]

Kayboldum ben,
yokum artık eskisi kadar..
Etrafımdakilere hep zarar verdim, hep üzdüm, hala belki de ,dikkat etmeme rağmen, veriyorumdur da.. Onlar beni üzmediler mi hiç? Üzdüler.. Ama ben de üzdüm. Etrafımda biri olsun istemiyorum.. istemiyorum demeyeyim de istesem de buraya katlanabilecek biri yok zaten.
Dışarıda göremezsiniz burayı.. Benle konuşurken, benle yürürken, yolda bi yüzüme bakıp geçerken.. gözlerimin içinde?.. ... bilmem orada bulabilirsin belki burayı ama çok derinde.. az ihtimal, kulaç atmaya değmez herhalde.. Kimse böyle bilmez beni, iç dünyamdaki beni.. bilemez ki nasıl bilsin.. Değişik, acayip biriyim işte ne diyeyim.. Çok kaldım yalnız, yine kalırım, ben buna alışığım.. Yalnız kalmak zorunda olduğumdan mı yalnız kaldım yoksa yalnız kalmak istediğimden mi yalnız kaldım? İşte asıl soru bu.. ittim belki de insanları, beni yalnız bırakmayacakları, ittim belki de daha değerli yalnızlıkları.. Uzay burası 'belki' ler, 'bazen' ler ve 'keşke' lerle dolu.. Sayısız 'keşke' lerim var ama artık toparlamaya şansım yok, insanlar acımasız.. Sizle daha iki çift laf etmeden sizin hakkınızda kocaman kararlar verip sizi olmadığınız bir kişiliğe kamufle edebilirler ve bazen siz bile inanırsınız bu yalana, gelirsiniz oyuna.. Oynarsınız kartlarınızı, denersiniz şansınızı ama nafile, kazanamazsınız hiçbir şekilde, oynadıkça çıkamazsınız içinden, bir labirent gibi.. çünkü onların oyunudur bu, onlar yönetir ve kalenizi onlar fetheder, e onların oyunu sonuçta göremezsiniz içindeki engereği.. Neden böyle bir şey yaparlar, nasıl olur da böyle düşünebilirler? Uzaydan Dünyaya göçmüşler.. Evet, yaparlar bunu hem de hiç düşünmeden, acımadan.. Müthiş bir soğuk kanlılıkla..  Ama dur bi dakika yanlış anlama.. depresyon veya üzüntü gibiler yabancıdır buralara, yoktur o duygular buralarda.. Uzay hep yalnızdır.. Düşün bir daha.




14 Eylül 2015 Pazartesi

Dur Dur Dum #1

Durdum,

Kırmızı, çiçek desenli bir kanepenin üzerinde bağdaş kurmuş oturuyorum.. Kulağımda "Le Moulin".. kanepenin desenleri elle dikilmiş gibi ama fabrik olduğu çok belli.. kanepenin sırt bölümü vücudumun sağ tarafına geliyo yani yanlamasına oturuyorum.. yüzüm duvara bakıyor.. turuncumsu bir duvar.. kafamı kaldırdığımda tam karşımda, duvarda üç tane elektrik prizi.. telefonuma girip "Amelie" albümümü açıyorum.. "Le banquet".. kanepenin sağ koluyla aramda üç yastık mesafe var.. önümde "Siddhartha" hemen yanında ayracım.. kanepenin sağ koluna yapışık kırmızı bir yastık.. şarkı değişti "Le redecouverte".. arkamdaki balkon kapısının açılmasıyla oluşan basınç sesiyle ürperdim.. korktum.. ne sanmış olabilirim ki neden korktum.. biraz solumda kocaman bi televizyon "Dzeko" marka televizyon.. hemen sağ arkasında "Titik" markalı ev telefonu.. televizyonun sağ önünde hemen bitişiğnde gri renginde bi tükenmez kalem onun da hemen önünde daha demin dağıtılan çikolatının buruştulup top haline getirilmiş artık küçük olan ambalajı.. "Le valse des monstres".. televizyonun üstünde babamın resmi.. karizmatik bakışının ve ailenin bir numaralı ismi imajının yanında müthiş bir fotoşop ve diva filtresi.. "Stüdyo Cengiz" sağ altta.. üstünde İslamiyet dini ile ilgili bir tablo.. deri bir plakanın üstüne demir parçalarla işlenmiş bir 'Kabe' ve tabiki de bir sürü 'Arapça' yazı.. duvarın sağ üstünde elektrik kapağı.. hani şu yuvarlak olup da elektrik geçen yere takılan plastikimsi cisim.. Boynum ağrıdı sola dönüyorum.. "Sur le fil".. önümdeki duvara 2 metre en az bi uzaklığım var ve duvarın üstüne yakın antika görünümlü bir saat.. duvara yapışık bir masa ve nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde sıkıştırılmış beş sandalye.. masanın sağında bir dolap camlı camsız değişik bir şey.. güzel denilebilir aslında.. değişik şeyleri hep sevmişimdir.. masanın hemen solunda küçük sehpa seti ve onun da solunda dik açı şeklinde açılmış kapı.. üst kattayız ve merdivenin önüne koyulan klimi görebiliyorum.. kapının solunda katlanabilir kapılı mutfak girişi.. mutfaktaki musluk ve arkasına sıkıltırılmış tepsiyi görebiliyorum.. "Comptine d'un autre ete: la den.." severim bu parçayı o yüzden gözlerim kapalı dinledim.. açtım şimdi gözlerimi ve "La valse d'Amelie Version Orchestra".. gözlem için müthiş bir parça.. mutfak kapısının yanında ince bir duvar onun üstünde de bir saat.. saatin alt kısmında bir camekan var ve içinde iki yok bir tane de yukarda üç tane fotoğraf var.. küçük mü ne küçük bir fotoğraf anlayamadım kim o, babamdır ama.. büyük fotoğraflardan sağdaki benim fotoğrafım.. soldaki bilemedim şimdi.. Kuzenim de olabilir.. odur herhalde ya çünkü onla beni hep benzetirler.. ve tam solumda salonun devamı ama sanki buraya bağlı değilmiş de sonradan gelip bir parçası olmak istemiş gibi bir hali var.. orası yani yan taraf zaten eskiden bir kapıyla ayrıydı sonradan birleştirdiler.. babam hep eskiye ait anılar anlatır.. ve burda soba yanında ders çalıştığı ve ailenin olması gerektiğinden de içli dışlı olduğuna dair olan anıyı sayısız kere anlatmıştır ama benim de hoşuma gider o yüzden her seferinde ilk defa dinliyomuşum gibi tepki veririm, öyle dinlerim.. "A quai" ama dur asıl playlistimi açıcam.. "Randomness" adlı ama işte şuursuzluktan.. adını yoksa başka bir şey koymak isterdim de sonradan değiştirilmiyomuş çok denedim olmuyo.. ya da ben beceremedim.. Randomness, "Shuffle Play".. oo "Nirvana - Dumb".. Burası çok basit gözükse de aslında o kadar da basit değil ya.. insan aklında fotoğrafını çekip irdeledikçe daha derinleştirebiliyo.. sığ olan her şeyi istersen derinleştirebilirsin zaten, bence.. Bu arada bunu yazmaya karar vermeden önce "Siddhartha" yı okuyodum ve 'İkinci Bölüm' e geçtim, şimdi 46. sayfadayım ve gerçekten çok hoşuma gitti.. Siddhartha adında bir genci anlatıyor.. kendini arayış, aydınlanma yolundaki çabaları ve kendini tanımasını anlatıyor ve bunları yaparken de yaşadığı serüvenler.. Buna ne diyelim.. Felsefe.. diyelim.. "La valse d'Amelie" bu listede de geldi karşıma.. 660 şarkı mı ne var.. "U2 - Beatiful Day" geçmek istedim, "Arctic Monkeys - One For The Road" tamam özlemişim kalsın biraz.. Şimdi olay şu.. neden burdayım diye sorarsak.. belki sormayız ama olsun.. geleneksel her yıl düzenlenen "Havan Katliamı Haftası" içindeyiz.. havada hayvan katliamı kokusu var.. hayvan katliamı.. Küçükken amcamın bana zorla kurban kesimini izlettiğini biliyo muydun? hayvan katliamı.. ve ben de 'o' samimiyetsiz akraba ziyaretlerinden birindeyim.. burdakileri çok seviyorum sakın yanlış anlamayın.. tamam burayı o kadar sevmiyo olabilirim ama babaanem, amcam, kuzenler falan filan hepsi çok iyi insanlar.. hepsini severim.. ama anlamadığım konu.. bu insanlar(herkes) bütün yıl boyunca bekliyip bu hafta gelince niye dışarı atar kendini.. bütün sene aklıma gelmeyen insanlar bu hafta mı aklına geliyo.. 'bayram' adı verilen hafta dışında ziyarete gelsene, gitsene.. ziyaret etmen için illa özel bir gün olmasını mı beklemen gerekiyo.. hem böylece evin içine bütün ülkeyi sığdırmaya çalışmayız.. "Dio - Rainbow In The Dark".. ama şu anda yalnızım bu iki katlı ama minik ve şirin olan evde.. boynum ağrıdı yine kafamı yukarı kaldırdım ve o seksi avizeyi gördüm.. taşlı mı taşlı, şaaşaalı mı şaaşaalı.. elmas görünümlü taş parçaları ama plastik herhalde, bilmyiorum belki de camdır.. gidip bakmıcam.. ... ... gidip baktım, elledim cammış.. o zaman işçilik baya iyi yahu.. heh niye yalnızım? 1 yıl evvel biricik dedem öldü ondan evvel de babamın anneannesi.. evdeki 10dan fazla aile üyesi iki gruba bölünüp onların mezarlarının başına 'dua' etmeye gitti.. ben niye gitmedim? benim pek hoşuma gitmiyo öyle mezarlık falan o yüzden.. zaten dua falan da pek bilmem.. ben dedeciğimi burdan da, her yerden de anarım.. unutulur mu hiç.. evde kalıp kitap okumak daha hoş geldi kulağıma o yüzden amcam ve eşiyle kaldık burda.. "Si tu n'etais pas la".. ya öyle işte o yüzden yalnız başımayım.. yaklaşık yarım saat bir saat önce de kahvaltı ettik saat şimdi 14:14.. sanırım evden 11-12 gibi çıkmıştık ya da o saatlerde buraya vardık bilmiyorum.. saat kavramım pek iyi değildir.. zil çaldı.. arabada da uyuduğum için çok bi şry anlamadım ama yol yaklaşık 2 saat.. Heh babaannem, teyzem, annem, babam geldiler.. yani dedemin duaları bitmiş.. hepsi soluk soluğa kalmış nedense.. "Green Day - Wake Me Up When September Ends" ya listenin adından da anlaşıldığı gibi rastgele bir liste.. Uyandır beni 'September' bitince.. Annem geldi yanıma.. saçımal biraz oynadı burdan yazlığa gidelim mi diye sordum.. Off istemeyeceğimi biliyo, eve gitmek istediğimi biliyo ama şansını deniyo işte.. ve şimdi de televizyonun solundaki, bahsetmediğin koltuğa oturdu bana bakıyo, beni izliyo.. hep yapar bunu.. Genziyle yaptığı şu burun çekme gibi olan babasından da ona genetik olarak geçen ama versiyon değiştirmiş sesini yapıyo kulaklıklarımdan duyabiliyorum.. annem genziyle yapıyo.. Dedem boğazıyla "Aha öhö" gibi bi ses çıkarıyo.. Annem babama "sen kilo mu verdin?" devamını yazdığım için dinleyemedim.. annem ve ben babamın kilo vermesini özellikle annemin istediğimiz için annem bu konuya habire gündeme getirir.. babam soldaki salonun devamına gitti uzun koltuğa ooh yerleşti ve yattı, annem de mutfağa gitti.. Artık büyüdüğüm için sormamam gereken ama içimde hala bir yerlerde kendi kendime sorduğun "Ne zaman gitcez?" sorusu yankılanıyo beynimin içinde.. sıkıldım mı? aslında yok ama yani gitsek de pek kötü olmaz.. "Aerosmith - Dream On".. annem babamın karşısına teyzemin yanına oturdu sohbet ediyolar.. he bu arada sok kulağımdaki kulaklığı çıkarmıştım şimdi takıyorum.. "Foo Fighters - Rope".. Neyse bu seans burda biter ben de kitabıma geri dönerim.. he bu arada bu yazıyı telefonumun not defterine yazıyorum.. patır patır.. Hadi şimdi 'Siddhartha'! "Bob Marley & The Wailers - Redemption Song"

"Ama şimdi onun gözleri görünen dünyanın sınırları içinde dolaşıyor, gördüklerini tanımaya, bu dünyadaki yerini bulmaya çalışıyordu."

Aman Nasılsa Kimse 'Duymıcak'..

Her yerde kalabalık.. Dolu dolu kalabalık.. Orda kalabalık burda kalabalık, off! Ayak sesleri gereksizce konuşulan ve sarf edilen sözlerin acı çeken "ben böyle şeyler için harcanacak 'kelime' miydim?!" diyen yakarışları. Biri bana baktı.. Yürürken kollarını etrafta sanki havada bir şey arıyomuşcasına, sanki Oksijeni çekip koparacakmışcasına sallayan şahıs.. etraftan geçenlere bakıp sanki onlara aitmiş buralar gibi davranan, artık kalmayan dedikodularını 'ne üdüğü belirsiz'lerle sürdüren gruplar. 'şap şap' , 'cak cak' sakız çiğneyen ama kimse fark etmiyomuş gibi davranan bir kaç 'yarım gezgin'. Parfümü üstüne bocalayan ama üstüne gidilince de sanki o sıkmamış gibi davrananlar.. Birbirilerine 'hayvani duygularını' paylaşıp vuruş tekmeleyiş gibi eylemlerde bulunanlar.. Birbirinin gözlerinin içine sevgi dolu bakan ama bir türlü bu sevgiyi dile getirip birbirlerine açılamayan onca insan.. Siz nerdesiniz? Gerçekten burda mısınız? Bir daha baktı.. Tam düşünceye dalıyorken bozulmasından nefret ediyorum.. Ve yine gözlemler.. Güzel gözler, güzel saçlar, oo güzel ayakkabılar.. güzel kişilik, kötü kişilik, güzel kişilik, kötü kişilik.. ama kime göre işte? bana göre mi? ben kimim ki gidip sınıflandırıyorum milleti? Kimim ki kişilikleri iyi, kötü diye ayırma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum? Aman neyse nasıl olsa burası benim iç dünyam, nasıl olsa kimse duymıcak.. birkaç bağrış sesi, bir tane ağlayış sesi, bir tane kahkaha sesi ,ama ben böyle bir kahkaha görmedim, bir tane de o güzel ses..  kahve kokusu, bayan kokusu, bocalanmış parfüm trafiği.. gözler gözler gözleerrr.. işte en sevdiğim.. kalabalıkta gözlere bakmayı çok severim.. en güzel gözler koyu olanlardır, bence.. mavi göz pek hoşuma gitmez çünkü çok sığ geliyo, yeterince derin değil (kıskaanç).. Siyah simsiyah bir göz ama simsiyah zeytin gibi, kahverengi bir göz sonbaharda dökülen yapraklar gibi, daha açık bir kahverengi ama turuncuya yakın sanki, mavi.. geç.. ela, bak bu güzel baya.. yeşil, idare eder.. şimdi dicen mavi ve yeşil e 'tu kaka' neden elaya merhaba? çünkü elanın farklı bi havası var, ama hayranı değilimdir. Gözler çok acaip ya.. Biliyo muydunuz, dünya üzerindeki hiçbir göz birbiriyle eş değilmiş.. ne kadar hoş, ilginç ve uç fikir bir şey dimi? Benzer ama eş değil.. Nasıl yani o kadar milyon milyar trilyon katrilyon insan arasında kimse mi aynı gözlere sahip değil? çok acaip.. Bir daha baktı.. Kim bu? ve neden bana bakıyo? herkes herkese bakar.. ama bu bana neden öyle bakıyo.. bu bakışı bilirim de bu bakışın benimle bi alakası olmaz, olamaz.. neyse zaten pek de umrumda değildi.. Kulak olduğum bunca saçma konuşma vaktimin bunca boş ve ne yazık ki kaka geçtiğine inanmak içimden gelmiyo.. Oo bir arkadaş grubu.. ama neden herkes birbirine böyle bakıyo.. düşman gibi.. diğer kız diğer çocuğun yanına gidiyo konuşuyo ama diğeri kız da o kıza alevli bakışlar fırlatıyo.. of aman ben de yanımdaki grup gibi oldum, her şeyi eleştirir bir tavıra kondum.. bir dakika zaten başından beri böye yapmıyo muydum? of neyse nasıl olsa kimse duymıcak.. Bir dakika bana doğru mu geliyo? yok ya başka bi yerdir.. bu koku.. vanilya? vanilya takıntımı bilmiyosunuz tabi ahah.. neyse boşverin.. "Merhaba, neden yalnızsın..".. Hoaydaa.. Salak bir iki dakika düşünmesiyle, "Hiç öyle yalnız takılmayı seviyorum.. Yalnızlık tam bana göre.." falan filan off bu ne abi sen kimsin ki böyle konuşuyosun hem gülesim geldi hem de  ağlayasım.. konuşma bu kadar değil ama rezil olmama yetecek kadar paylaştım bile.. ve gitti.. ama vanilya kokusunu burda bıraktı.. burda, iç dünyamda 'Duygular ve Düşünceler Dükkanı'nda.. Eee nereye varcak bu düşünce? nasıl sonuçlanıcak, kız işi de olmadı.. romantik bir düşünce de değilmiş.. (galiba yine o saçmalamalarımdan biri bu da).. Amaan neyse nasıl olsa kimse duymıcak.. Salvador abi saygılar..